Servet TÖZ
Bir anma gecesinden kültürün eksikliğine
Aydın’dan dünyaya açılan sanayi kuruluşu HAUS’un Proje Direktörü Uğur Şumnulu’nun babası, merhum İlhan Şumnulu’nun ebediyete intikalinin birinci yılı dolayısıyla düzenlenen anma programına katıldım.
Bu gece, yalnızca bir dua programı değil; ruhu sanatla, müzikle ve kültürle yoğrulmuş özel bir buluşmaydı. Kur’an-ı Kerim tilaveti ve dua ile başlayan program, Uğur Şumnulu ile Mehmet Emre Öz’ün ney ve bendir ustalığındaki eşsiz icraları, emekli öğretmen Ahmet Pehlivan’ın sazından süzülen Serdar Gürbüzer'in okuduğu ilahilerle birleşti. O gece, gönüller bir oldu, dualar göğe yükseldi.
Fakat gecenin bir başka anlamı daha vardı:
Bu anma, Aydın’da kültür ve sanatın görünmezliğini, yerel sanatçıların kendini gösterecek bir sahneden, bir kültür evinden mahrum oluşunu bir kez daha hissettirdi. Aydın, tarih boyunca medeniyetlerin kavşağı olmuş bir şehir; ancak bugün bu kadim kültürün sesini duyuracak yeterli alan yok. O geceki atmosfer, bu eksikliği adeta yüzümüze vurdu.
Programda, Adnan Menderes Üniversitesi (ADÜ) İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Tarih Bölümü öğretim üyesi Dr. Uğur Tatlısumak’ın şu sözü özellikle dikkatimi çekti:
“Halk hizmet beklemek yerine, hizmet talep etmeli.”
Bu cümle beni yıllar öncesine, Karacasu’da yaşanan bir olaya götürdü. Eğitimci-yazar Hüseyin Kuruüzüm’ün “Karacasu Diye Diye” adlı kitabında anlattığı o olay, aslında bir zihniyet farkını ve dönüm noktasını ortaya koyar:
1950’li yıllarda Karacasu, 600’e yakın dokuma tezgâhının “şakka da şakgak” sesleriyle yankılandığı bir dokuma merkeziydi. 1951 yılında Başbakan Adnan Menderes, ilçeyi ziyaret eder ve Karacasululara önemli bir teklif sunar:
“Aydın’da kurmayı planladığımız tekstil fabrikasını Karacasu’da kuralım. İlçeniz sanayi merkezi olur, zenginleşirsiniz.”
Ancak halk bu öneriyi kabul etmez.
“Kooperatif zayıflar, işsiz kalırız.” diye düşünürler. Mevcut düzenin sürmesini, sadece “birkaç top daha fazla iplik” verilmesini isterler.
Bugünden baktığımızda, bunun ne büyük bir fırsatın kaçırılması olduğunu çok net görebiliyoruz.
Karacasu belki bugün bir sanayi kenti olabilirdi.
Ama o dönemdeki korku, alışkanlık ve kısa vadeli düşünme biçimi buna izin vermedi.
İşte bu örnek, Dr. Tatlısumak’ın sözlerinin tam karşılığıdır:
Hizmet talep etmek, geleceği inşa etmenin ilk adımıdır.
Bugün Aydın’da da benzer bir tablo var.
Kültür-sanat adına atılması gereken adımlar, “öncelik değil” denilerek erteleniyor. Oysa şehirler yalnızca yollarla, binalarla değil; kültürle, sanatla, fikirle büyür.
Yakın vadede “zahmet” gibi görünen işler, uzun vadede bir şehrin ruhunu şekillendirir. Bu nedenle valilerin, kaymakamların, belediye başkanlarının ve yerel yöneticilerin en büyük görevi, halkın önünü açmak; bazen halkın göremediğini göstermek, geleceğe ışık tutacak vizyonu taşımaktır. Tıpkı bir dokuma tezgâhı gibi, şehirler de sabırla, inançla, ileri görüşle işlenir.
İşte bu nedenle o gece, merhum İlhan Şumnulu’nun aziz hatırası kadar, Aydın’ın kültürel vicdanı da yankılandı.
Kültür ve sanat, sadece büyük salonlarda ya da özel davetlerde değil; halkın içinde, mahallelerde, gençlerin nefes aldığı alanlarda da yaşamalıdır.
Belki de o geceden çıkarılacak en anlamlı sonuç şuydu:
Aydın’da bir kültür evi artık bir ihtiyaç değil, bir zorunluluktur.
Sanayiyle, tarımla, turizmle büyüyen bir şehir, kültürle taçlanmadıkça eksik kalır.
O güzel gecede ney’in sesiyle, sazın tınısıyla ve gönüllerden yükselen dualarla hissettiğimiz şey tam da buydu:
Kültür ve sanat, ruhun gıdasıdır ve Aydın’ın bu gıdaya her zamankinden fazla ihtiyacı var.
Bir köşe yazısının daha sonuna gelirken, Uğur Şumnulu’nun babası merhum İlhan Şumnulu’yu rahmetle anıyor, kendisine bir kez daha Allah’tan rahmet, ailesine sabır ve başsağlığı diliyorum.

Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.