Şerif KUTLUDAĞ

Şerif KUTLUDAĞ

Devlet olmanın cilveleri

Dünyanın gelmiş geçmiş bütün devletleri için adları ne olursa olsun benzer bir süreç vardır der İbn Haldun.

İbn Haldun, devlet hayatını canlı bir organizmanın yaşantısına benzetmektedir. Ona göre devlet, doğan, büyüyen ve ölen bir organizma kimliğindedir. Canlı varlıklar için zorunlu olan bu yasa dışında bir yasa yoktur. Toplumlar için gelişme devresini tamamlamak ve yeniden başlamak zorunluluktur.

İbn Haldun; 1332-1406 arasında yaşamış olan, modern tarih yazımının, sosyoloji ve iktisatın/ekonominin öncülerinden kabul edilen bir 14. yüz yıl düşünürüdür.

Tunus ve Fas’ta bulunmuş, İspanya ve Mısır’da kadılık yapmış, çalışmış, arada iki yıl da hapis yatmış, Timur ile de görüştüğü söylenen Osmanlı’nın tarih anlayışını da derinden etkilemiş olan “Mukaddime”nin yazarıdır.

20. yüzyılın en önemli tarih felsefecisi, düşünür, diplomat, tarih ve edebiyat profesörlerinden biri olan Arnold Josephh Toynbee’nin, “Herhangi bir zamanda, herhangi bir ülkede, herhangi bir zihin tarafından yaratılmış en büyük tarih felsefesinin sahibi." diye övdüğü bir devlet adamıdır İbn Haldun.

İbni Haldun; zamanındaki doktor ve müneccimlerin normal insan hayatının 120 yıl olduğunu iddia etmeleri üstüne, devletin de normal yaşam süresinin 120 yılı aşamayacağını düşünür.

Bu noktadan hareketle de modern çağ tarih anlayışında devletlerin her yüz yılda bir sıçrama dönemi vardır. Bu sıçramayı yapabilen devletler bir yüz yıl daha yaşama şansına sahip olurlar; sıçramayı yapamayanlar ise bir süre sonra tarih sahnesinden çekilir/silinir giderler.

Konuya bu noktadan baktığımızda Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Forsunda 16 yıldızla temsil edilen tarih içerisinde gelmiş geçmiş 16 büyük Türk Devleti için konuya nasıl bakmak gerekir onu işin uzmanlarına bırakmak gerekir diye düşünüyorum.

Bu konuda Osmanlı Devleti özelinde, Osmanlı’nın bu sıçramayı her yüz yılda bir olmak üzere altı kez gerçekleştirmiştir. Yedincisini gerçekleştiremediği için dağılmış, yerine de Mustafa Kemal’in öncülüğünde nur topu gibi yeni bir Türk Devleti kurulmuştur denir.

Sanıyorum Türkiye Cumhuriyeti Devletimizin kuruluşunun 100. Yılı olan 2023 tarihinde dile getirilmeyen sır da tam da bu noktadadır. 2023’te yapılacak olan bir sıçrama devletimizin bir yüz yıl daha güzelliklerle yaşayacağının habercisi bir dönüm noktası olarak algılanmaktadır diye düşünüyorum.

İbn Haldun devletlerin yaşadığı süreci de şöyle sınıflandırır:

  1. Kuruluş dönemi, 2) Yükselme Dönemi, 3) Gerileme ve Çöküş Dönemi.

Devleti kuran kadrolarla ilgili tespiti şöyledir:

“Her zafer ve şerefi kazanan o şerefi kazanmak için ne kadar çok emek sarfetmiş olduğunu bilir. Bu şerefi kazandıktan sonra da bu şerefi kazanmanın sebep ve vasıtası olan üstünlük ve özellikleri korumaya ve devamını sağlamaya çalışır.

Devleti kurucu kuşak ve onu izleyen kuşak; şeref, asalet gibi değerlerin bilgisine sahiptir. Babanın kazandığı şeref ve asaleti korumağa ve yaşatmaya çalışır.

Üçüncü kuşak, kazanılmış olan şan, şeref ve asaleti atalarını taklit yoluyla sürdürmeğe çalışır. Sonraki kuşa, yerleşik hayatın verdiği, zenginlikten uyuştuğundan, devleti başka ikinci eller yönetmeye başlar.

Dördüncü kuşak ise, atalarının bütün çabalarını küçümser, asaletin kan yoluyla geçtiğine inanarak kendisini herkesten üstün tutar. Halkın devlete itaatini yanlış yorumlayıp onları hor görmeye başlayınca da halk ayaklanır, neticede ya o soydan birini hükümdar yapar, ya da sevilip sayılan başka bir soyun başa geçmesine çalışır.

Yani İbni Haldun’a göre; devlet kurucu, sürdürücü, taklitçi ve yıkıcı olmak üzere dört kuşaktan sonra yıkılır.

Bu yaşanan süreç; bazen bir soyun erken bozulması ile çabuklaşabilir. Veya; altıncı, yedinci kuşaklara kadar uzadığından devlet hayatı daha uzun sürebilir. Devletin ömrünü uzatan en önemli sebeplerden biri de uzun süre başta bulunan hükümdar soyuna ve yerleşmiş düzene karşı halkta yönetilme alışkanlığının yerleşmesidir.

İbni Haldun’a göre devletlerin diğer çöküş nedenleri şunlar olabilir:Yerleşik yaşam zamanla hükümdar ailesinde israf ve kötü yönetim alışkanlıkları oluşturur. Hükümdar halktan uzaklaşmaya işlerini aracılar vasıtasıyla gördürmeye başlar. Kötü yönetim ve israf, iltimas sonucu ülkenin iktisadi dengesi bozulur. Masraflarını karşılayamayan devlet yeni ağır vergiler koymaya, asker sayısını azaltarak tasarruf da bulunmak gibi yanlış tedbirler almaya başlar. Bu durumda toplum fakirleşir ve hükümdara olan güven sarsılır. Devletin bu gerileyişi yönetim mekanizmasını ele geçiren kişilerde iktidar hırsı ve çatışmalarını körükler.

Efendim, bütün bunları ben söylemiyorum. 14. Yüz yılda yaşamış olan bir tarihçi söylüyor.

Şimdi gelelim, Osmanlı Devletinin yıkılış günlerinin acısını yaşamış ve Millî Mücadele’nin haykıran vicdanı ve yazan kalemi olmuş olan millî şâirimiz Mehmet Âkif Ersoy’un Kıssadan Hisse şiirinde söylediklerine kulak verelim:

“Geçmişten adam hisse kaparmış... Ne masal şey!

Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?

"TARİH"İ "TEKERRÜR" DİYE TARİF EDİYORLAR;

HİÇ İBRET ALINSAYDI, TEKERRÜR MÜ EDERDİ?”

Bu gerçekler ışığında ATATÜRK’ün Türkiye Cumhuriyetini konu edinen sözünün arka planını iyi anlamak gerekiyor işte:

“Benim nâçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır; fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebed payidar kalacaktır!.”

Yine Mehmet Âkif’in Türk milleti için yaptığı duanın da arka planını iyi anlamak gerekiyor:

“Allah, bir daha bu millete İstiklâl Marşı yazılacak günler göstermesin.

GÜL/AYDIN… Sevgilerimle

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.