Dijital kuşatmanın sessiz çığlığı

Şanlı tarihimizin en çetin dönemlerinden biri olan Çanakkale Savaşı’nda bir şair şöyle diyordu ya:

“Ölmeden mezara koydular beni…”

İşte o ağıtların her birinde; daha 15’ine bile basmamış çocukların, yeni bıyıkları terlemiş 17, 18, 19 yaşındaki yiğitlerin vatan ve bağımsızlık uğruna verdiği mücadelenin acı hikâyeleri var. Bazen de diri diri toprağa gömdük gençleri… Belki de “Biz ölmüşüz de ağlayanımız yokmuş” sözü o günlerin çaresizliğinden doğdu.

Bugün ise bambaşka bir savaşın içindeyiz: Dijital bağımlılık, dijital kölelik. Virüs mü, mikrop mu, yoksa ruhu kemiren bir enfeksiyon mu dersiniz bilmiyorum; ama toplumun davranışlarını, insani yönlerini derinden etkileyen bir tehlike büyüyor.

İlkokuldaki küçücük çocukların elinde telefon… Ortaokul, lise, esnaf, işçi, memur, öğretmen… Herkesin elinde aynı cihaz. Haberleşmek, sevdiklerimizden güzel haberler almak ne güzel olurdu; ama öyle olmuyor. Çünkü hem kalbimiz hem zihnimiz bu ekranlara, içindeki Facebook’a, TikTok’a, sanal dünyaya esir olmuş durumda.

Biz farkında olmadan davranışlarımız değişiyor, karakterimiz darbe alıyor. Daha da acısı, bu esareti bize “özgürlük” adıyla sunuyorlar. Hayâl dünyaları yaratıyor bu dijital âlem: Sınırların olmadığı, dilediğini yapabildiğin, sorumluluğun olmadığı bir dünya… “Kim tutar seni?” dedirten sahte bir özgürlük…

Derken;
Sanal eğitim, sanal bahis, sanal kazanç, Bitcoin, çevrimiçi ticaret, sanal toplantılar…
Ve adım adım dijital kölelik.

Düşünün:
Bir gençliği, bir ülkeyi düşman tek kurşun sıkmadan, tek füze atmadan, yalnızca dijital silahlarla teslim alıyorlar.
İşin en acı tarafı bu.

Büyük güçler –ABD ve onun destekçisi Batı– bu düzenin adına “Yeni Dünya Düzeni” dedi.
Bunu da tüm dünyaya “yeni normal” diye yutturmaya çalışıyorlar.

Bu insani olmayan sistem; bizde aile ilişkilerini, komşuluğu, dostluğu zayıflattı.
Eğitimde öğretmen-öğrenci, ticarette alıcı-satıcı, camide hoca-cemaat ilişkilerini zarar verdi.
Siyasette belediye başkanı–vatandaş, milletvekili–seçmen bağını çarpıttı.
Kısacası her yerde bizi yamulttular.

Bugünün insanı, bu teknolojik düzenin içinde yalnız, mutsuz ve umutsuz…
2020 Dünya Ekonomik Forumu’nun sloganı neydi?

“Hiçbir şeyiniz olmayacak, mutlu olacaksınız.”

Bu cümle bile dijital düzenin neyi amaçladığını açıkça gösteriyor.

Sanal dünyadaki sahte başarılar, hormonlu mutluluklar, bir süre sonra insanı esir alıyor.
Birey sorgulamayan, hakkı hakikati göremeyen, kolay avutulan biri hâline geliyor.
Sistemin istediği de zaten bu: Sorgusuz, tepkisiz, düşünmeyen dijital kalabalıklar…

Bu düzen dışarıda da farklı değil.
Batı’nın, özellikle de Trump döneminin, Ortadoğu ve İslam coğrafyasına yaptığı baskılar; yeraltı zenginliklerini nasıl ele geçirdikleri; Afrikalı mazlumları nasıl sömürdükleri ortada.
Bir yanda maden ocaklarında boğaz tokluğuna çalışan insanlar…
Diğer yanda tıksırıncaya kadar konfor içinde yaşayan küresel elitler…

Peki bizde ne oluyor?
Ekonominin kaymağını yiyen bir avuç zengin, siyasette ve bürokraside ayrı bir elit tabaka…
Dijital trol orduları ile hakikati gölgeleyen, reklam ve algı operasyonlarıyla halkı yönlendiren bir düzen…

Sonuç?
Gerçekleri göremeyen, ak ile karayı ayıramayan, biat eden, zihni bulandırılmış dijital köleler
Gözleri kör, bir işaret bekleyen siyasi askerler…
Günde 7–8 saatimizi çalan, elimizden düşmeyen telefonlarla geçen ömürler…

Asıl sorgulamamız gereken bu.

Kıymetli dostlarım;
Bu konu çok derin, çok yönlü.
Uzmanların, eğitimcilerin, bilim insanlarının uyarıları olmasa bu kadarını bile kavrayamayız.
Ancak şunu söylemek yetiyor:

Bu teknoloji tuzakları, ülkeleri ve gençliği dijital bağımlılığa sürükleyerek; yeraltı ve yer üstü kaynaklarına el koymayı hedefleyen sessiz bir işgal planıdır.

Bu vatanın 72 yıldır ekmeğini yiyen biri olarak söylemeliyim ki:
Ülkemin böyle bir düzene teslim edilmesi çok ağır geliyor.
Onuruma dokunuyor.

Çanakkale’de, Kurtuluş Savaşı’nda, Güneydoğu’da, Suriye’de, Azerbaycan’da şehit olan evlatlarımızın hatırasını nasıl inkâr ederiz?
O destanları çöpe mi atacağız?

Dur… Düşün… Titrek ama uyanık bir yürekle kendimize dönme vakti.

Son sözü milli şairimiz Abdurrahim Karakoç’tan getirelim:

“Dışarıda göz yanar, içerde yürek,
Taahhüd ehline tahammül gerek.
Mazlum yarasına merhem diyerek
Gözyaşı sürersen beni de çağır…”

Yeni dünya düzeninin dijital köleleştirdiği nesillerin acı hikâyesi budur.

Kalın sağlıcakla.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
4 Yorum