Eskiden…

Eskiden…                                                                                                               

Liyakat vardı.                                                                                                   

Herkesin bir alanda, taraf olmasına saygı duyulurdu.                                             

Bitaraf olan da bertaraf edilmesi düşünülmez, ona da saygı duyulurdu.                      

Eskiden dediklerine bir bakalım nasıl imiş eskiden...

**                                                                                                                       

Eskiden…                                                                                                              

80 yaş civarında vefat eden rahmetli ninelerim ve anam, 80 sene seçme hakkını ölene kadar kullandılar. Kâh kocalarının gösterdiği partilere oy verdiler, kâh kocalarına kızdıklarında kafalarına göre canlarının istediği yere bastılar mührü. Belki de arkalarından kıs kıs bile gülmüşlerdir.                                                           

 **                                                                                                                        Eskiden,                                                                                                               

Cenazeye saygı duyulur, gülünmez, radyo açılmaz, cenaze evinde yemek pişirilmezdi. Cenaze evine, köye gelen kalaycıya, misafire, görevliye her aile sırayla yemek gönderirdi. Zamanın dertleri de bizi uğraştırıyor, üzüyor, sıkıyor. Geçtiğimiz haftalarda bizim aile Covit19 nedeniyle, karantina altındaydı. Bu arada komşumuz zarif, eğitimli, kültürlü, naif kişilikli mimar Mustafa ağabey vefat etti. Ne cenazeye katılabildik, ne de taziyeye gidebildik. İçimiz acıdı inanın…

**                                                                                                                     Eskiden,                                                                                                                 

Köyde birkaç evde radyo vardı.                                                                                

Akşam haberlerinde ajans denilerek toplanılır, haber dinlenirdi.                         

Rahmetli Süleyman İzmirli vardı, Kore’de savaşmış, kuzeylilere esir düşer, günlerce kıçlarına sopa ile vurulur. Ondan sonra solcu ve komünist düşmanı olur, Süleyman Demirel hayranıdır. Köyde lakabı da Demirel diye tanınmaktadır. Bir gün rahmetli Halkçı olan Osman Ateş amca ile karşılaşırlar.                                                 

“Demirel oğlum, gel bizim halk partisine”                                                                

 “Amca benim sol ile işim olmaz”                                                                                      

“ Ah oğlum! Senin kalbin bile solda”                                                                     

Rahmetli Demirel yerde tepinmeye başlar.                                                                  

Osman amca kahkaha atmaktadır.

**                                                                                                                        

Eskiden…                                                                                                    

Siyasette liyakat ve dolayısıyla siyasetçinin saygınlığı vardı. Parti binasının kirasını karşılamak için sünnetçi tepsisi gibi tepsi gezdirilerek, pamuk eller cebe denilerek para toplayan, ezasını çeken, gönülden bağlı, o organik kesime de yazık oluyor. Siyaset sahnesinde ise, artık liyakat SOS, İddialara göre, demokratlığa yakışmayan, nemalanan ve mideden bağlı çalışan bir kesim, sanki bir tek bunlar partili, bir şekilde çekip çevrelenmiş, üstelik bir de yönetmek kolay olduğu için buradan yönetici bir kesim de oluşturulmuş. Sonuçta çıkarsız, vaktini, hatta nakdini ve de emek verenlerin ötelendiği kırgın bir kesim yaratılmış…

**                                                                                                                      Eskiden,                                                                                                                 

biz çocuklar, ekmek üzerine salça, tere yağ sürerek sabah evden çıkar, tee akşam babamızın o davudi sesini duyduğumuzda ya da akşam ezanında dörtnala bir koşuyla mutlaka evde olurduk. Hep birlikte akşam yemeği, bir töre ve aile geleneği sayılırdı. Rahmetli anam, “kırk yıl kıtlık olmuş da akşam öğünü yine kesilmemiş” diyerek bunun önemini vurgulardı. Köse Ahmet, yıllar önce akşam çocuklarını toplar ve seslenir, “Yavrularım bugün hep birlikte, ağız tadı ile bir akşam yemeği yiyelim, yarın bu eve, büyük abinize gelin gelecek, elkızıdır, belki evimizin direği olur, ya da kösteği olur, huzurlu bir öğün olsun şimdilik” dediği anlatılır.                                                                                                                     

**                                                                                                                  

Eskiden biz çocuklar, pınar başında, çeşme önünde, tepede, yolda kavga eder, yaralanır, ağlar ve sonra da barışırdık. Bugün, köyde bile çocuklar gözetimle dışarıya çıkıyor. Şehirde ise, sokağa çıkmak ne mümkün, ne günlere kaldık… 

**                                                                                                              

Eskiden,                                                                                                               

okullarda önlük giyilmesi bile tek parti iktidarı eseri denilirken, bir düşünüyorsunuz ki, varsıl ve yoksul çocuğunu aynı kıyafete büründürmenin eşitliğini duymamak mümkün değil. Bendeniz beş yıl aynı önlük ile ilkokulu bitirdim, sadece son yılda siyahlığı kaybolmuş,  iyice kırçıllaşmıştı. Köyde fakir- zengin birlikte çalışır, aynı giyinir, beraberlik içinde olunur.                                             

**                                                                                                                     Eskiden,                                                                                                          

Gelinlere beyaz gelinlik üzerine al duvak takılırdı. Gelin başı hazırlayan, bilgiç ve kabiliyetli kadınlar vardı. Havva yengemiz, ninem bu işleri pek bi iyi bilirdi. El uzatacak olanlara “kendi başını bağlayamaz, bir de gelinin başını bağlayacakmış” diyerek laf sokarlardı. Gelin ata bindirilir, yeni evine vardığında damat kucaklayarak indirir, atın üzerinden 3 kez inip binerek karanlığa atı koşturur, yatsı namazında ortaya çıkardı. Tombul gelini kucaklayan damat sıskadır, birlikte yere yuvarlanırlar. Yıllar yılı gülerek anlatılır…

**                                                                                                                        Eskiden,                                                                                                              

Köyde düğün oldu mu herkes bir ay öncesinden parası, hediyesi, giyimi ile hazırlanır, 4-5 gün düğün evinde yenilir, içilir, hem de hizmet edilirdi. “Harman yel ile düğün el ile” yapılmaz mıydı? Kız olmayan gelini, gelin atı sırtına bindirmez diyerek anlatılır, kızlara hafifçe bir gözdağı verilirdi. Gelin alma gününde gelin hanım erkenden seher vakti uyandırılarak, yer, içer, oruca niyetlenirdi. At üstünde gelin ağlarmış gibi kafa sallardı, yoksa baba evinden gidişine sevinmiş diyerek ayıplanırdı. Bekir abi ile evlenen Fatma ablaya Havva yenge ha bire mendil uzatır, ağla kızım ağla dediğini, Fatma ablanın da kafa salladığını anımsarım. Emine abla öğle vakti, tee Çıkrık alan mahallesinden ata bindirilir, yatsı namazında attan indirilir, çişi gelmez, oruçludur üstelikeza mı desek töre mi desek. Bir de gelin erkenden uyanır,  çorbayı kaynatır, sofrayı kurar.                  

**                                                                                                                   

Eskiden…                                                                                                             

Araba mı vardı ki?                                                                                               

Bizim köyün yolu 1974 de açıldı, arabalar çoğaldı.                                                                                          

Fakat öncesinde öylesine namlı gelin atları vardı ki…                                                                      

Bu atlar, davulun tokmağına göre adım atarlar, başını sallarlar, açlık, susuzluk bilmezler, görevlerini bilircesine etraftaki dişi atlara bakmazlar, asker gibi adım atarlar. Soyları, huyları böyle, Dedemin kara atı 30 küsur gelin taşımış. Çoban Mehmet’in ve Ekiz Mehmet Amcanın doru atları da öyle… Dedemin kara atı kaybolur, öldüğünde leşinin üzerinde dolanan akbabalardan bulurlar, bir hafta evde yas tutarlar. Yıllar geçer, halam ve amcam kara atın öldüğü günü hala duygulanarak, ağlayarak anlatırlardı.

**                                                                                                                                  

Eskiden, uzun kış gecelerinde büyük halamlarda toplanırdık, yılbaşından söz ederdik. Yine de çok mutluyduk. Babalarımız bir köşede yüzük oyunu oynarlardı. Tepside ayva, nar, elma, güz üzümü, beş bıyık meyvelerini yerdik. Halam o müthiş hafızası ile bize “Billur Köşk” masallarından anlatır, kimini kendisine göre yorumlar, bize ders çıkarmamız için öğütler verirdi.

**                                                                                                                                

Eskiden,                                                                                                                      

Biz “Yerli Mallar Haftası” kutlardık. Sümerbank, Tekstil, Mensucat kumaşlarımız, basmalarımız, pazen kumaşlarımız vardı. Şeker fabrikalarımız vardı. Atatürk, İstiklal Savaşı ve bayramların öneminin farkındaydık. 1980 yılına kadar bu ülkenin ufkunun geniş olduğuna inanırdım. Bütçe konuşmalarında izledik, kuru ekmek söylemleri gündem oldu…

**                                                                                                                          

Eski ile bu günün bağını kurmak da çok önemli.                                                        

Öyle hampadan değil şüphesiz.                                                                  

Daha dün 24 metre karelik çadırdan 2-3 odalı evlere taşındık.                                           

Bu küçük çadırda 5-6 kişi yaşadık.                                                                         

Bugün ise, 3-4 odalı evlere iki kişi bile sığamıyoruz.                                         

Eskiden,                                                                                                               

gönüller genişti.                                                                                           

Gönlümüz dar dostlar,                                                                                        

gönül darlığı yaşıyoruz.                                                                                               

Gel de şu okuduklarımız ile eskilere imrenme.                                                                                        

Eskiler mi daha güzeldi? Yaşadıklarımız mı?                                                                                             

Biz ya töremizi, saygımızı ve sevgimizi kaybettik.                                                                 

Ya da kaybettirdiler…                                                             

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
4 Yorum