
Fügüran TÖZ
Felix görmüş, biz hâlâ şikâyetteyiz!
Geçen gün bi video düştü önüme… Almanya’dan Türkiye’ye staja gelmiş bi tıp öğrencisi, adı Felix Göbel. Çocuk çıkmış YouTube programına, anlatıyor bizim memleketi. “Ben bu ülkeyi çok beğendim ama Türkler kendi memleketini karalayan tek millet” diyor. Vallahi içime oturdu o söz. Boğazım düğümlendi. Haklı be kardeşim, çocuk haklı.
Hep biz mi şikayetçiyiz? Her yerde bi homurtu, bi of puf… Market kuyruğunda, kahvede, otobüste, telefonda, sosyal medyada… Dert hep var. Tamam, yok diyemem. Ama biz derdimizi anlatmayı da biraz fazla seviyoruz galiba. Gelen diyor ki “Ne güzel ülkeniz var.” Biz ne diyoruz hemen?
“Aman abi sen bi kışını gör… Bi de zamları duydun mu? Yok yok yaşanmaz burada.”
Niye böyleyiz, vallahi bilmem. Belki de içten içe çok seviyoruz da, dilimiz dönerken ayar kaçıyor. Oysa güzel be kardeşim… Vallahi güzel bu memleket.
Sabah Aydın Ovası’nda bi dur bakalım…
Bak şimdi, sabahleyin Aydın ovasında bi dur bakalım… Gün doğarken pamuk kokusu vurur ciğerine. Hafiften bi esinti, incir bahçesinden gelir, zeytinlikten geçip kestane kokusunu taşır dağlar. Yaz günü Cincin karpuzunu keseceksin buz gibi, yanına bi kalıp peynir…
Bu anlattıkların burnuma kokusunu getirdi resmen! Hele o Çingen pilavı… Domatesi, salatalığı, keskin kuru soğanı, tazecik biberi, Osmanbükü kesiğiyle birleşince var ya… Üstüne şöyle bolca zeytinyağı gezdir, bi avuç maydanoz… Yanına da sıcacık bazlama, üstüne de dut, incir ya da mis kokulu Atça çileği reçeli… Ohhh!
Bir de yanına taze lor peyniri koydun mu, dünya durur be! Avrupa’nın üç yıldızlı kahvaltısı gelse, bi tabak Çingene pilavının yerini mi tutar? Yok öyle bi dünya. Onun keyfini, lezzetini, havasını sadece buralarda alırsın. Baharın serinliğinde, ince bir sabah esintisinde, komşu komşuya seslenirken kurulmuş kahvaltı sofralarında vardır o tat.
Nazilli’ye gelirsen hele… “Uzun yaşam şehri” derler, boşuna mı? Güneşin altında patlıcan tarlasında ter dökersin, akşamüstü narenciye bahçesinden geçen rüzgarın kokusu başka dünyaya götürür seni. Karacasu pidesi… İncecik hamur, odun ateşinde, mis gibi. Çine köftesi, keşkek, yuvarlama… Anlatmakla olmaz, yaşayacaksın.
Coşkun Sabah’ın “kalbimde var hatırası” dediği Kuşadası’na gel… Kabak çiçeği dolması, zeytinyağlı enginar, turp otu salatası… Kuşadası’nda Dilek Yarımadası Milli Parkı’nda denizin kokusunu içine çekersin, Güvercinada’da martılarla yarışır, kuşlara yem atarsın. Didim’de akşamüstü serinliği var ya… Vallahi yüzüne vurdu mu dünya durur. Kitapta yazmaz bunlar, gönülde yaşanır. Ne bilsin Avrupa bunları?
Aydın başka be kardeşim… Her köşesi ayrı güzel, ayrı cennet. Biz biliriz onun kıymetini. Biz yaşarız. Bizim gönlümüz oralarda kalır.
Bak benim ülkemin her köşesi İstanbul kadar güzel. Eksik mi var? Var. Dert mi? Olmaz mı… Ama biz de varız burada. Biz, bu toprağın çocuklarıyız. Felix diyor ya, “Ben olsam biri ülkemi sevince mutlu olurum” diye… Vallahi ben de olurum. Oluyorum da. Bu memleketi seven her yürek, bizim kardeşimizdir.
Eleştirelim… Sıkıntıyı da söyleyelim. Ama arada da şöyle bi durup, “İyi ki buradayız” diyelim. Sahip çıkalım memlekete be kardeşim. Biz sahip çıkmazsak, kim çıkacak?
Çünkü bu memleket bizim. İdeolojilerden, oy verdiğimiz partiden, günlük dertlerden, anlık tartışmalardan büyük. Gün gelir parti değişir, iktidar gider, muhalefet gelir… Ama bu toprak, bu dağ, bu ova, bu deniz… Bu memleket bizim. Hep bizim. Hep senin.
Felix’e de buradan selam olsun. O geldi, gördü, gönlünü bıraktı. Belki biz de bir gün onun gözünden bakarız memlekete. Çünkü bu memleket güzel arkadaş… Güzel kalmaya da layık.
Sevgiyle kalın.

Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.