Ali AKSÜT
Görmezden gelinen yaralarımız
Bazen bilgi edinme, okuma, öğrenme açlığım birikiyor. Kitapları karıştırıyor, sayfaları talan ediyorum. Okuyorum… Ama bazen okuduğumu da anlamadığım, çözemediğim konular oluyor. Demek ki kapasitemin sınırlarını aşıyor. Birikmiş dev gibi sorunlar var. Fakat o sorunları da görüyorum: Kangrene dönmüş dertleri…
Ana gövde, vücut… Her yeri kan revan içinde. Şehirlerarası bir yolda, kaygan zeminde uçuruma yuvarlanmış, kan kaybeden; “Acil ambulans yok mu?” diye feryat eden, “Doktor! Doktor!” diye bağıran yaralı yolcular gibi hissediyorum kendimi.
Bazen de bir sokak kavgasına tanık oluyoruz. Zincir, sopa, bıçak yetmiyor; kurşunlar konuşuyor. Büyük bir şehrin caddesinde, kalabalığın tam ortasında…
Gereken tedbirler alınmazsa şehirleri sel götürüyor. Ev ve iş yerlerine su baskınları yaşanıyor; trafik, su, elektrik, doğalgaz… Günlük hayatın her alanı etkileniyor. Yağmur, sağanak, sel birkaç gün sürüp geçiyor ama…
Peki ya toplum huzuru ve güvenliğini, vatandaşın günlük yaşamını her gün tehdit eden sorunlar?
Millet olma, aile olma, esnaf olma, amir-memur, işveren-işçi olma… Kısacası insan olma, yaşam hakkı, insan hakları gibi evrensel değerlerin her an saldırıya uğramasına ne diyeceğiz?
Hele ki “Terörsüz Türkiye” hedefinin, milli kardeşlik ve barış kavramlarının sıkça dillendirildiği bu dönemde…
Eğer terör bittiyse, şehirleri teslim alan Dalton çetesine, Söylemezler çetesine ne diyeceğiz?
Trafik terörü; yol kesenler, çakarlı araçla hava atanlar…
Sokak köşelerinde, okul önlerinde uyuşturucu satan mafyalar…
Gıda terörü; okullarda, yurtlarda, hastanelerde tavuktan zehirlenen insanlar, öğrenciler…
Doğayı, dereleri, gölleri kirletenler…
Ormanlarımızı yakan caniler…
Evet, bunlar ne olacak?
Köklü çözümlerimiz var mı?
Gündem yoğunluğunda bu haksızlıklar unutulmaya mı mahkûm olacak?
Bu zulmü vatandaşımıza reva görenlere, millet vicdanında hak ettikleri ceza ne zaman verilecek?
Bu ülke, bu millet… “Türkiye Yüzyılı” adı verilen hedeflere gölge düşüren bu tabloyu ne zaman aşacak?
Şair-yazar Ömer Lütfi Mete’nin veciz tespiti kulağımda çınlıyor:
“Ülkeyi partiler, programlar, reçeteler düzeltemez. Ahlâkımız düzelmedikçe, ahlâk siyasete egemen olmadıkça memleket de düzelmez.”
Abdurrahman Dilipak’ın sözü de aynı noktaya işaret ediyor:
“Ehliyet ve liyakatin, istişare ve şuranın olmadığı yerde adalet olmaz. O zaman siyaset dua ile istenen belaya dönüşür.”
Bu kısa ömrümüzde gördük, görüyoruz, göreceğiz…
Zira devran döner; haksızlık yerde kalmaz.
Allah, yapılan tüm zulümleri görmektedir.
Halk tabiriyle: “Allah cezanızı verecek!” Bilin: Allah’ın sopası yok.
Son söz:
Keser döner, sap döner…
Bir gün gelir, hesap döner…
Kalın sağlıcakla.

Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.