Hasan’ın çilesi

Hasan şöyle bir yekindi,                                                                                              

“Uy anam” dedi elleri beline gitti.                                                                                

Fatmanım zeytinliğinin kıyısındaki yerde gün boyu çalıştı.                                  

Kenarda eski mezar olduğu söylenen altı-yedi yıkıntının taşları ile bir duvar ördü. Karabasanlar içinde, sabaha karşı uyanır.

Hasan davarına çobandır, sabun döker, tenekecilik yapar, Ramazan aylarında civar köylerde hoca olur, teravih kıldırır, su kaynaklarını çeşme ve pınar haline getirir, önlerine uzun ömürlü çınar ağacı diker. Bugün “Hasan Kavağı” adı ile anılan asırlık çınarlar vardır. Sözü sözdür, “Hasan sözü gibi” dedirtmiştir…

O sabah çadırının önünde, güz güneşi altında gevşemiştir.                               

Atı ile Örülü denen yerden kasabanın pazarına gidecektir.                                             

Beş yaşındaki Mürüvvet kızını kucaklar, saçlarını okşar,

-Kızım! Mürüvvet’im benim.                                                                                                 

Baban pazardan sana ne alsın?

-Baba bana helva al, bir de elma.

-Tamam, kızım baban sana dediklerini alacak.

Çocuk babasının kucağından kayarak oynamaya koşuşturur.

Hasan kasaba pazarı dönüşünde, Sarısu bahçe çeşmesinden atını suladıktan sonra elindeki elmayı ısırır, bir yandan da oynak bir türkü tutturur, keyiften dört köşe olurken, hafiften içine bir sıkıntı doğar, türküyü değiştirir,

“Kır atıma burçak verin kişnesin,                                                                       

Yaralarıma fitil salın işlesin,                                                                                        

Ben gidersem nazlı yârim nişlesin,                                                                   

Koyu gölgelerde gergef işlesin,                                                                       

Heey heeey…”

İmam Kışlasını geçip de yamaç sonrasında, türküsüne devam etmektedir.           

Birden karşıdaki evinin etrafında bir kalabalık görür, türküyü keser.

Babası pazara gittikten sonra Mürüvvet kız, çocuklarla oynarken üşümemek için yakılan ateşten eteği tutuşur. Çocukların bağırışları arasında yengesi yetişir, kızın üzerine kapanır, Mürüvvet’i kucakladığı gibi eve taşır, yanıklarına yoğurt sürmeye başlamışlardır.

Toplanan konu komşu, geçmiş olsun derken, Hasan’a yol açarlar, köşede yatan Mürüvvet kızı kendisine gülümsemektedir.                                     

Kızına eğilir.

-Ne oldu kızım?

-Baba!

- Nen var kızım?

-Baba eteğim yandı, çok acıyor baba…

-Neren kızım?

Kızı başını yukarı doğru kaldırır,                                                                                      

-Baba helva aldın mı?

-Aldım kızım işte bak.

-Elma da aldın mı baba?

-Kızım söyler de almaz mıyım hiç?

-Babaaaaaaa…

Elmaya doğru elini uzatan Mürüvvet kızın sesi fısıltıya dönüştü, yavaşladı, kayboldu ve ardından eli boşluğa kaydı, başı yana doğru düşüverdi.

Hasan, bir çığlık attı, elindeki elmayı ağzına sokar, sesi çıkmaz, ağlayamaz olur, köşeye yıkılır.

Daha sonra yıllarca helva ve elma yiyemez.                                                      

Ne zaman helva ve elma görse boğazına bir şeyler takılır, sesi çıkmaz olur, gözleri kararmaya başlar, bir yere tutunma ihtiyacı hisseder.        

Aradan aylar, yıllar geçer,                                                                                                                                                Oğlu İbrahim dört yaşına gelir,                                                                              

Bir gün durmaksızın ağlamaya başlar,                                                                                          

Çok geçmeden can verir.                                                                                       

Simsiyah olur çocuğun cesedi.                                                                                    

Tahkikat için müddei umum (Savcı) ve Hükümet Tabibi gelir.                                                              

Anlaşılır ki çocuğu akrep sokmuştur.

Köyde teneke, ibrik, ne varsa tamir, lehim işleri yapmaktadır.                           

Sevgi kızı, 1,5 yaşındadır, çadırda uyurken anası davarı çevirip de hemen geri dönecektir.  Ocaktaki ateşin üzerine saç kapatılır. Uyanan Sevgi bebek ağlamaya başlar, anasını aramaktadır. Emekleyerek kızgın saça yönelir, üzerine oturur, yandıkça kurtulmak için çırpınır, kızgın saç döner,  çocuk ateşe düşer. Bu arada saçılan kor ateşlerden kilim ve yazgılar tutuşur, yetişene kadar hiçbir şey kalmadan ortalık siyaha bürünür. Sevgi bebek de ortada simsiyah bir parçaya dönüşür.

Hasan olanları duyup da geldiğinde aklı başından gider.                                                   

Anası Ümmü Kadına sarılır Hasan,                                                                                        

“Anam yarım aklım vardı, o da gitti anam” diye çırpınır.                                     

Erkeklerin ağlamadığı yıllarda “erkek haliyle yas etti” diye anlatılır.

Artık Hürü kadın ile bir arada olamamışlardır.                                                                  

Hürü de kızı Müzeyyen’i yanına alarak baba evine döner.                               

Müzeyyen kızı, 17 yaşında da evlendirmelerinin ardından kızcağız bebeğini doğururken kan kaybından vefat eder.                                  

Hasan eski Hasan değildir.                                                                                  

İzmir’deki kızı Ayşe’yi ziyarete gider.                                                               

Torunu gelir elini öper, anasına koşturur.                                                   

Hasan’ın ağzından farkında olmadan, her nasılsa şu cümle dökülür.                                          

- Kızım bu çocuğa bu kadar bağlanma, bu çocukta kan görünüyor.                                

Kızı bir çığlık atar.                                                                                                          

-Sen ne diyorsun baba?                                                                                   

Çok geçmeden bir haber gelir,                                                                                

İzmir’deki torun sokakta oynarken araç altında kalır ve hayatını kaybeder…

Köy evimizde rahmetli babam, akşamleyin yoldan geçen Hasan amcayı eve buyur eder. Yemek yedikten sonra kahve-çay derken ihtiyar, yaşamını kâh ağlayarak, kâh bakışlarını dikerek gece boyunca anlatırken, ben babamın yanındaydım. İz bırakan bu yaşamı sonrasında derleyip toplamaya çalıştım.

Hasan’ın çilesi ortaya çıktı.

Hasan, rahatsızlanır, Aydın Devlet Hastanesinde yatmaktadır.                                              

Bir ara ağzından kan boşanır, yan tarafında yatan Karabacak lakaplı arkadaşına seslenir, “Aman devletin yatağını kirletmeyelim” diyerek yere oturur, öylece kalakalır, vefat eder.

Soğuk ve yağmurlu bir günde, 1975 yılının Aralık ayında, Donduran köy camisinde, Hasan’ın cenaze namazı kılınır. Aynı anda çocukluk arkadaşı ve dünürü Ekiz Osman da yukarı dağda toprağa verilmektedir. Onca acılar çekmiş, dağlanmış yüreği, çilesi ve anıları ile birlikte Donduran köy mezarlığına defnedilir.

Ardında,                                                                                                                       

“Hasan sözü”                                                                                                       

“Hasan Kavakları”                                                                                                               

olarak anılan, dikili çınar ağaçları da bırakarak…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
5 Yorum