Kırmızı gül demet demet

Şairim,

Zifiri karanlıkta gelse şiirin hası

Ayak seslerinden tanırım

Ne zaman bir köy türküsü dinlesem

Şairliğimden utanırım

Bedri Rahmi Eyüboğlu

***

Değerli okurlar ülkemin yetiştirdiği en büyük şairlerden olan Bedri Rahmi Eyüboğlu “ne zaman bir köy türküsü dinlesem şairliğimden utanırım” demiş.

Gerçekten bazı türküler Anadolu halkı için feryat olmuş, feleğe isyan olmuş, fakirliğin ve yoksulluğun pençesinde inleyenlere ağıt olmuş yüreklerimizi yakmıştır.

Sayın Mümtaz Orhun tarafından gönderilen mailde yağız bir delikanlının acıklı

Hikâyesi anlatılmaktadır.

Kırmızı gül demet demet türküsünün hikâyesi.

Buyurun bu anlamlı ve güzel hikâyeyi birlikte okuyalım.

Türk için beşikten ötesi gurbet demişler, boşuna mı? Gurbet bizi yaktıkça biz türkü yazmışız da ondan. ‘Gitti gelmez’ yakarışlarıyla yüreği yanan anaların, sevda değil bir alamet diyen yavukluların ve dahi beşikte yetim kalmış bebeklerin yakarışları ezgi olur da dolar senelere. Ve bu ezgilerin adı türkü olur. Türkü yani Türki ait olan…

Ezgi dediğin bu topraktan hüzne batmış gözyaşıdır, yürek yanıklığıdır, can acısıdır. Gurbet acısıyla yüreğini dağlamamış kaç ferdi var ki bu milletin. Gurbete çıkamayanlar da gurbeti işlerinde bilmişler bu yüzden. Ya ekmek kavgası için yollarına düşürülmüş gurbetin ya vatan ve namus uğruna seferberliğe çıkılmış. Kırmızı gül demet demet Sevda değil, bir alamet Gitti gelmez ol muhannet, Şol Revan’da balam kaldı Yavrum kaldı, Balam nenni,
Nenni ya? Nenni ki hem de ne nenni. Balaya nenni, yavruya nenni. Belli gök ekini biçilmiş gene ecelin orağı. Belli ki ecel kurşunun demir pençesi gene bir sineye saplanmış olmadığı. Belli ki gene bir ananın yüreği yanmış. Çeyizinin nakışları gözyaşına batmış bir tazenin. İyi de ya Revan? Revan neresi?

TARİHİNİ BİLMEYENİN COĞRAFYASININ SINIRLARINI BAŞKALARI BELİRLER

Sen yurdunun sınırlarını haritalarda mı ararsın? Yanılırsın. Senin yurdunun sınırların türkülerin çizmiştir.

Türkü ki ‘ Diyarbakır etrafında dağlar var ’ demektedir, Diyarbakır senindir.

Türkü ki ‘ Urfa’nın etrafı dumanlı dağlar’ demektedir, Urfa senindir.

Türkü ki ‘ Kerkük’ün kal’asıyam’ demektedir, Kerkük senindir.

Türkü ki ‘ akma Tuna’ demektedir, Tuna serhaddındır vatanın da ondan söylemektedir.

Türküler ki Bağdat demektedir. Halep demektedir. Üsküp demektedir. Türküler çizmektedir sınırlarımızı ezgileriyle.

Haritalara aldanma gönül. Cetvelle çizilmiş haritalar cağın en büyük yalancıları.

Evet, Revan neresi? Revan, bugünkü adıyla Erivan, yani günümüzdeki Ermenistan’ın başkenti…1850’li yıllara kadar yirmiye aşkın camisiyle, kapalı çarşısıyla nüfusunun yüzde yetmişe varan çoğunluğuyla Türk kokan şehir. Şimdiyse bir tek Türk yaşamamakta ve bir tek cami kalmamış ayakta.

Türkümüze konu olan olayın geçtiği zaman ise, büyük olasılıkla 17.yy civarı…

Neden dersiniz, Revan Selçuklulardan beri Türk yurdudur. 15. asırdan itibaren de Osmanlının en önemli ticari merkezlerinden biri. Bir ara başka bir Türk devletinin, Safevilerin eline geçmiş. Yıl 1635. Dördüncü Murat iki yüz elli bin kişilik bir orduyla Revan’a sefer düzenlemiş. Sekiz ay, yirmi dört günlük kuşatma sonunda, Revan yeniden Osmanlı topraklarına katılmış. Eskisi gibi kervanlar gider geliyormuş. Mal götürüp, mal getirmişler…

Kervanlar ki onlar bazen hasret taşımışlar bazen kara haber. Eşkıyanın, düşmanın, yırtıcı hayvanın, hastalığın pençesinde nice can bırakmış kervanlar. Götürmüş de her götürdü-ğünü getirmemiş kervanlar. İşte, Mehmet de gidip gelen kervancılardan birisi… hani türkümüzde gitti gelmez denilen muhannet.

Mehmet de Mehmet hani… Kara yağız bir delikanlı… Anasının da tek ‘balası’… Bir ata binişi var, bir cirit atışı var, bir bar tutuşu var ki, anlatmaya kelimeler yetmiyor. Bileğide yüreği de yiğit Mehmet’in. Mihnetsiz ekip biçiyor toprağını, yetiştirdiği ürünü kervana katıp, Revan’da satıyor. Taşı tutsa, suyunu çıkaracak kadar güçlü.

Bir anası bir de yavuklusu var Mehmet’in. Bir de çocukluğundan eri bir gün bile ak-satmadığı bir alışkanlığı… Her akşam tarla dönüşü, bahçeden iki demet gül deriyor Mehmet. Biri anasına, biri yavuklusuna. Anayla oğul arasında bir simge gibi kırmızı gül demeti… Sevgi simgesi, saygı simgesi.

Güller evinin duvarına asıp kokluyor ana… Onlarda oğul kokusu var çünkü. Hele Meh-met kervandaysa. Gözü gönlü kırmızı gülün kurumuş, gazelleşmiş demetinde ananın. Rüyaları hep Mehmet üstüne… Revan yoluna bakıp kalmakta her akşam. Dualar göndermekte gurbetteki balasına.

Her şey yolundadır. Başta devlet vardır çok şükür. Toprak emeklerini zayi etmemek-tedir hamdolsun. Bir ayrılık var Revan seferinde boyunlarını büken. Onu da özlem biriktirmek saymadalar. Ama son seferde yüreği buruktur ananın. Gerçi hakimdir dağı taş. Düşman korkusu, eşkıya endişesi yoktur ya, yol bu… Hastalığı sağlığı var… Karı var, ayazı var!. Bir de salgın hastalık söylentisi yayılmış. Veba diye bir hastalık kırıp geçiriyormuş ortalığı Revan’da. Veba ki Azrail’in sağ eli o yıllarda. Ecel kuşunun demirden cırnağı veba. Ölümün soğuk yüzü, gül bahçesinin vakitsiz yüzü veba.

Vay ocağı batısı gurbet. Evi yıkılası ölüm. Anasının kuzusu Mehmet’i yakalayı- vermiş yolda veba. Atının terkisinde iki demet gül. Ve anasıyla yavuklusuna aldığı elbiselik kumaşlar heybesinde. Ölüm bu. Pençesini saldığı yürekteki sevdaya, hasrete acır mı hiç… Acımaz.

Mehmet’e de acımamış ölüm. Anası ve yavuklusunu sayıklayarak can vermiş Mehmet. Bir çalının dibine gömmüşler. Söylememiş sözleri, anasına, yavuklusuna biriktirdiği özlemleriyle birlikte koymuşlar kara toprağın bağrına taze ölüyü. Gençmiş… Sevenleri varmış… Anası yavuklusu yol gözlüyormuş. Ecel bu! Kimini sele, kimini yele verir. İki demet kırmızı gül atının terkisinde, sevginin ve özleminin yanık ezgileri soğumuş teninde. Artık bir çalıdır mezar taşı Mehmet’in!.

Bir tek Mehmet değil vebaya teslim olan. Kervanın çoğu kırılıyor. Sahipsiz mezarlar gurbet yanıklığında hasretlerin can kokan çiçekleri gibi göveriyorlar vatan üstünde. Kalanlar perişan. Utangaç. Yaşıyor olmaktan utanıyorlar sanki… Sanki ölenlerin sorumlusu ölme- yen-leşmiş gibi… Ağır ağır Erzurum’a giriyor kervan. Meraklı gözlerle karşılıyor kervanı gurbet yolu gözleyen gönüller.

Ana bir yanda, yavuklu bir yanda Mehmet’i arıyorlar Kervan’da. Mehmet görkemli delikanlı. Mehmet kervan tepeden görüldüğü an seçilir Mehmet başçısıdır kervanın. Gözlerini siler ana. Gözlerini siler yavuklu Mehmet görünmemektedir. Yeşil alevli ateşler düşer iki buruk yüreğe. ‘Oğlum, Mehmet’im nerede, birlikte çıktınız kervana, nerede kaldı’. Diye hıçkırarak yapışır kervancın yakasına ana. Gel de cevap ver. De ki veba aldı Mehmet’i. De ki ecel aldı yer gizledi. De ki bir dağ başında bir çalının dibinde kaldı mezarı Mehmet’in. Bir anaya nasıl söylenir ki bu haber. Derken atı gelir Mehmet’in atta mahzundur. Emanetini yarı yolda bırakmış olmanın hüznüyle yanaşır anaya. Terkisinde iki demet gül vardı atın. Güller sevgi değil, saygı değil gayrı ayrılık kokmaktadır. Ölümün kokusu sinmiştir güllere. Sesi soluğuna düğümlenir ananın. Gözyaşı kaynar su olur dökülür içine. Atın terkisinden bir demet gül alır ana. Güç bela bir ah kurtulur göğsünden. Elinde bir demet gül, dilinde yanı bir ezgi. Düşer Revan yoluna.

"Kırmızı gül demet demet/ Sevda değil, bir alamet/ Gitti gelmez ol muhannet/ Şol Revan’da balam kaldı, Yavrum kaldı, Balam nenni, Kırmızı gül her dem olmaz/ Yalara merhem olmaz /Ol tabipten derman gelmez /Şol Revan’da balam kaldı, /Yavrum kaldı, Balam nenni. Kırmızı gülün ezeli,

Sam vurur döker gezeli,/ Kara yağızın güzeli/ Şol Revan’da balam kaldı,/ Yavrum kaldı, Balam nenni."

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum