Merhaba gençler!

Genç demek, kanı kaynayan, biyolojik olduğu kadar bir yandan da ruhen kendini genç hissedenlerdir. “Merhaba Gençler, genç kalanlar” diyerek her konserinde sahneye adım atardı rahmetli Cem Karaca…

Dedem rahmetliye ruhunun genç olduğunu söylediğimde derin derin iç çekerek bana cevabı şöyle olmuştu; “Ay oğul! Ne gençliği? Ben pabucumun burnuna çiş etmemek için elimle asılıp da çiş ediyorum”  Dedem rahmetliye göre gençliğinin ayarı orantısı böyle olduğu kadar da gönlü ile de orantılı idi. “Gönül bu yaşlanmıyor ki, yine gönül, aynı gönül…” Diyerek iç çekerdi.

Bir defasında gazeteci Can Ataklı anlatmıştı, özel bir televizyon kanalında bir üniversitemizde kendisine şöyle bir soru sorması üzerine ne kadar üzüldüğünü anlatmaktadır; “Atatürk ile Hüsnü Mübarek arasında ne fark vardır” Bu soruyu bir üniversiteli gencimiz soramaz mı? Sorabilir, ne olursa olsun böyle bir soru soran gencimizin birçok şeyden bihaber oluşu üzücüdür. Atatürk ve Mübarek her ikisinin ortak yanı Cumhurbaşkanlığı yapmış olmalarıdır. Ama öte yanda bir ulusu yok olmaktan kurtaran, önder olarak atılan, kurtuluş savaşı veren, yeni bir devlet ve ardı ardına devrimler yaratarak dünyada saygın bir Türkiye Cumhuriyeti Devleti doğmasına liderlik yapmıştır.

Televizyonlarda yapılan sokak çekimlerinde bazı üniversiteli gençlerin sorulan sorulara verdiği veya veremediği cevaplar üzüntü vericidir. Örnek olarak; ülkemizde cumhurbaşkanlarımızın beşinin isimlerini sayamadığını, bazı isimleri cumhurbaşkanı olduğunu zannetmeleri, Osmanlı başkentleri arasında Ankara’yı da anmaları…

TV programcısı Beyazıt Öztürk’ün “Beyaz Show” adlı programında katılımcıları izlerken dikkatimi çeken önemli bir detay vardı. Aynı sahnede gepegenç, çiçeği burnunda, ünlü olma hayali içinde olan gepegenç sanatçılar ayak ayaküstüne atmış oturuyorlardı.    

İki kişi hariç…                                                                                                                 

Aynı anda, aynı sahnede, Erol Evgin ile yanılmıyorsam Ferhan Şensoy,  ayak ayaküstüne atmış gençlerin aksine elleri dizlerinin üstünde saygılı bir şekilde oturmuşlardı. Bu oturuş sahneye ve izleyicilere olan saygının ve de aldıkları aile ve bir sanatçı adabının ölçüsü olarak değerlendirilmesi gereken önemli bir göstergedir.

Bir başka yarışma programında üniversitede siyaset biliminde öğrenim gören bir hanım kızımıza TBMM’nin diğer adı sorulduğunda Parlamento yerine Yüce divan olarak cevaplaması epey ses getirdi. Siyaset bilimi öğrenimi gören birisinin bu cevabı vermesi yarışma heyecanı da olsa yadırganacak bir yanıtlamadır. Kızcağız gazetelere ve de köşe yazılarına konu oldu. Özel bir televizyon kanalına bile davet edildi. Tıpkı bizim satırlarımızda da yazdığımız gibi. Bu eleştirilere yarışma heyecanına bile sığdırılamadığı gibi hanım kızımızın umarsızlığı ve de “Ben gazete okumaya bile geçen yıl başladım. “ şeklinde açıklamaları dikkat çekiciydi.

Örnek olarak biz ulusal bayramlarda şiir okuyacağız, kutlama yapacağız diyerek sevinç ve heyecandan sabahı zor ederdik. Bir ara deprem nedeni ile yöre halkımızın “Goca Bayram” diye adlandırdıkları Cumhuriyet Bayramı törenlerinin iptal edilmişti tamam, Atatürk haftasında, Sultan hazretlerini anma gibi bir tezat da izlendi.

Bir defasında belediye otobüsünde, yaşlıların ayakta bekleştiği ve bu arada küçücük çocuğunu koltuğa oturtan, genç bir kadına başka bir kadının söylediklerini anımsadım; “Kardeş bu çocuk yarın otobüste sana ve de senin gibi büyüklerine yer vermeyecek Daha şimdiden böyle bir çocuk yetiştirmektesin bunu unutma sakın”  Yanıt kısadır. ”Aman git işine be kadın” Diyerek cevapladı küçüğün annesi. İşte böyle bir nesil yetiştirme yolunda adım atanlarımızda var anlayacağınız…

Torun torba sahibi olduk. Önceleri eğitimciler, öğretmenlerimiz bir neslin geleceği omuzlarımızda derlerdi. Eğitim reformu denilerek, örselenen eğitimin, kısır kaldığı bir dönemde eğitimcilerimizin duygularını da merak etmiyorum da değil.

Yukarıdaki bahsettiğimiz gibi zamansız anmalar ve hatalı adımlar sonucu doğal olarak gençler bir yandan da Atatürk ile Mübarek karşılaştırmasını yürek burkucu olsa bile ne yazık ki soracaklardır…

Yetiştirdiğin evladının küçüklüğünden başlayarak elindeki çöpü ne yaptığını izleyip ne yapması ve nereye atması gerektiğini öğretmek gerekir. Bir kâğıda sardığı çöpleri, çöp kutusu bulamadığında evdeki çöpe atması emeklerin boşa gitmediğinin göstergesi olmasından mutlu olmak var ya… Belediye araçlarında büyüklere yer vermesi gerektiğini anlatıp, aynı araçlarda davranışlarını da gizlice takip etmek bir ebeveyn görevidir, biz bu görevi yaptık...

Atatürk Gençliğe hitabesinde;

Cumhuriyeti gençlere emanet etmiştir. Atatürk’ün güvenerek Cumhuriyeti emanet ettiği gençlerimize güvenmek zorundayız. Ne yazık ki başka çaremiz de yok…

Zamanımızın siz gençlerine güvenmek, umut bağlamak istiyoruz.

Yarınlar sizin ellerinizde…

Gençler size az laf, çok iş düşüyor.

Bu ülke sizin ellerinizde artık…

Kulun kula kul olmadığı bir yarını,

Kurmak da artık size kalıyor…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum