Meşe tahsili ve babamın mirası

Çoğumuzun babası “Kahveye gitme!” falan der ama rahmetli babam bana “Git ve gazete oku.” diyordu. Kim bilir, belki kendi okuyamadığı için olsa gerek. Bizlere en büyük iyiliği; yolu, suyu, elektriği olmayan o dağ köyündeki toprak damlı evimize haftada iki gün gazete girmesiydi. Bir yandan gazete okur, öte yandan yurttaşlık bilgisi dersi de işledik. Ülkemizle ilgili fikir sahibi olma şansına ulaşırdık.

Babam okul yüzü görmemiş, 21 yaşında ölen büyük Hasan amcamızın meşe ağaçları gölgesinde kumda parmakla yazarak okuma-yazma öğrettiğini anlatır ve gülerdi:

“Bizler meşe tahsili eyledik.”

Devlet parasız yatılı okudum ben. Anadan babadan ayrı, eli sopalı öğretmenlerimiz bir yanda… Birbirimize yaslandık. Biz çok dayak yedik; okulda, askerde, evde… Dayakla büyüdü bizim nesil.

O yaz sonunda son sınıfa başlayacağım, 40 yaşında olan babam hastalandı. Başı ağrıyor, yürüyemez hale gelmişti. Dengesi de bozulmuş, ayakta duramıyor… Beni okuluma gönderdiler.

Birkaç hafta sonraki Ramazan Bayramı için geldiğimde babam iyice kötüleşti. Bayramda hep birlikte babamın başında bekledik. Sonrasında beyin tümöründen ameliyat oldu. İyileşir gibiydi artık…

Birkaç ay sonraki Kurban Bayramı tatiline geldiğimde, ağlayarak ninem karşıladı beni. Dedem bahçenin bir köşesinde kurban kesiyor… Yarı genç, yarı çocuksu çağımda; babamın acı içinde inlemelerini, çırpınışlarını o Kurban Bayramı gününde başucunda çaresizce ağlayarak izledik. Sonra okuluma döndüm.

O yıllarda haberleşme çok zor, telefonla konuşmak bir sorun. Pazar sabahı, baş müstahdem Fikri Ağabey elime bir kâğıt uzattı. Yıldırım Telgraf’ta amcam; babamın beni görmek istediğini, acilen gelmemi istiyordu.

Herkes öyle midir bilmem ama ben o çağda, benim babam asla ölmez diye düşünüp aksini aklıma bile getirmek istemiyordum. Kasabaya geldiğimde; adeta köyümüzün, ailemizin dostu, şoförü gibi olan Birol Ercan Ağabey beni görünce, arabasıyla köye gidiyorum diyerek beni evimize getirdi. Kalabalığı görünce kendimden geçtim. Öyle bir yağmur yağıyordu ki anlatılmaz.

Soğuk bir Aralık ayı sonunda, büyük bir kalabalık, durmaksızın yağan yağmur altında; şemsiyesiz, arabasız, yaya… Babamı, vasiyeti gereği yaylada, Yörük şenliği yaptığımız tepedeki Çoban Çeşmesi önünde cenaze namazını kıldık. Nasıl gittim, nasıl yürüdüm anlamadım. Sırtımda babamın paltosu, tepeden tırnağa yağmurdan ıslandığımı hatırlıyorum.

Karşı tepedeki Yörük Mezarlığı’nda, 21 yaşında ölen amcamın yanında toprağa verdik.

Birkaç gün sonra yılbaşı kutlamalarından söz ediliyordu. Anamın ve ninemin ağıtları arasında biz yasımızı tutuyorduk.

Bakmayın siz, bayramların ve yeni yılların da bize geldiğine…

Bu günler benim yüreğimi acıtır, içimi sızlatır ve ben babamı özlerim.

Gideli tam 49 sene oldu. Bugün babanızın elini öpün, sarılın, bir ağaç altında çay için, zaman geçirin…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
4 Yorum