Öğretmenlik okulda bitmemelidir

“24 Kasım Öğretmenler Günü”

Kutlu olsun!

Öğretmenlik kutsal bir görevdir.

Okulda 8 saatlik mesai yapılan bir meslek gurubu da hiç değildir.

Hep söylerim, yeni mezun olmuş öğretmeni gören yaşlı dedem, köylümüz duyduğu saygıdan ötürü ceketini düğmeleyerek ayağa kalkardı.

**

İzmir’de varoş mahallede yaşayan aile vardı.

Baba tır şoförü, uzun yolculuklar yapmakta, ev kira, evin gelini yetenekli, iş bilir, evi çekip çeviren akıllı bir kadındır.

Aralarında iki yaş bulunan iki küçük oğulları vardır.

Büyük oğlan zeki, sakin, ağırbaşlı, müzikle ilgilenir,duygusal bir yapıda,

Küçüğü de bir o kadar zekâlı, yerinde duramayan, maç yaparken, kavgalar eden, cam kıran, koşturan, zıpır, akşam eve geldiğinde yaralı bereli, ardından şikâyetlerle gelen bir sorunlar yumağıdır.

Büyük oğlanın öğretmeni hoca hanım, çocuğun derslerde başarısı ile geleceğinde bir ışık görmüş olsa gerek özel bir ilgi gösterir. Hoca hanım aile ile tanışır, küçük kardeşi de tanır. Çocukların iyi bir semtte, iyi bir okulda eğitim görmelerini istemektedir. Ailenin maddi durumu ile ilgili endişe duyulmaktadır.

Öğretmen hanım, bir şekilde çocukların kopukluk yaşamış babaannelerine ulaşır, görüşür, oğluna çocuklar adına destek olmasını yoksa birisini kendisinin okutacağını, gerekirse evlatlık alacağını söyler. Babaanne ile ilişkiler böylece yeniden kurulur, kirada olan İzmir, Konak semtindeki evini oğluna verir, taşınırlar. Çocuklar okumakta, anne de ufak tefek işlerle destek olmakta, aile biraz daha rahatlamıştır. Çocuklar bayramda öğretmenlerinin elini öpmeye giderler, arada bir telefon ile görüşmekteler...

**

Ortaokul sonrasında;

Büyük oğul, yatılı lise sınavlarını kazanarak Ankara’da yatılı okuyordu.

Ertesi yıl,

Küçük oğlan askeri liseyi ilk sırada kazanarak üniformalı oldu.

Küçük oğul aileye heyecanlar yaşatıyordu, birçok arkadaşına kendi evlerinin adresini vererek hafta sonu izinli çıkabilmeleri için yardımcı olmaya çalışır. Evlerde aileleri kontrol için gelen subaylar, her hafta sonu apartmandaki kadın günlerine tesadüf ederler. Çay, kahve, kek, pasta, börek derken altın günü kuralarını da çekerek mutlu bir şekilde ağırlanırlar. Ta ki iki subayın aynı, adreste, aynı anda karşılaşmasına değin…

Askeri lisede küçük oğul derslerde, atletizm, futbol, müzik her alanda öndedir, bir subayın dikkatini çeker, ilgilenmeye başlar. Zıpır fakat bir o kadar da zeki…

Büyük oğlan İstanbul’da Mühendislik Fakültesini kazanır, çifte öğrenim gördüğü gibi burslar alır. Üç büyük şehir gördüm, İzmir’de doğdum, Ankara’da lise, İstanbul’da üniversite okuyorum diyerek tahsilini sürdürür…

Küçük oğul, askeri liseyi bitirmiş, Gata’da tıp eğitimine başlar, Tabip Teğmen olarak adım attığı askerlikte, sevdiği kızla İzmir Konak Ordu evinde, Teğmen arkadaşlarının kılıçlarının altından geçerek, parlayan kılıç sesleri arasında evlenirler. Bu gün ise Uzman Tabip Yarbay olarak görev yapmaktadır.

Büyük oğul ve eşi bir üniversitemizde akademisyen olarak görev ifa etmekteler. Birlikte hayat kurmak istediği, sevdiği kızı isteme ve yüzüklerini takma onuru, bendenize verilmişti…

Sözün özü,

Bir öğretmen hanımın gayretleri ile bu çocukların yaşamında bir çığır açılmış, vatan ve millete yararlı birey, akademisyen ve askeri tabip olmuşlardır. Dediğimiz gibi öğretmenlik 8 Saatlik bir mesai süreci değil, yaşamın içinde bir eğitim, ayakta kalmaya destek olma sanatı gibi ulvi bir görevdir.

Kutlu olsun!

**

Eğitim, öğretim derken çok etkilendiğim bir anekdot;

Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Kurmay Başkanı

Tümamiral Cihat Yaycı Paşanın telefonu çalar.

Yakutistan Türk Devletinden aranmaktadır.

Bir heyet için, Anıtkabirdeki Atatürk’ümüzün kitaplarından “Yakutça Lügatini” incelemek üzere yardımcı olmasını isterler. Anıtkabir Komutanını arar, gerekli izinler alınır, incelerler, teşekkür ederler ve yurtlarına geri dönerler.

Ertesi yıl yine arayarak bu lügatin fotokopisini çekmek isterler.

Adres yine Yaycı Paşa, Anıtkabir Komutanının Paşaya söyledikleri hayret verici; Yakutça Lügatin 2 adet olduğunu, bir tanesi küçük olanı, o da ancak Ana Britannica bir cildi kadar, Büyük olan ise yaklaşık 10-12 cilt civarında ve her sayfasında Atatürk’ün notları olduğunu fotokopi izninin mümkün olmadığını aktarır.

Amiral de şaşırır.

Düşünün bu 12 cildi okuyan, notlar alan bir önderimiz var…

Boşuna Atatürk olunmuyor,

Okumanın kralı işte bu dedirtircesine…

**

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
3 Yorum