Siyah beyaz hayatlar

Güz geldi, geçti. Hazan mevsimidir güz. Ağaçlardaki yapraklar, köklerindeki dallarıyla vedalaşır, kara toprağı öperek, serilirler. Bilirler ki, varlıklarının sebebi kara topraktır.

Kış gelir, dağlar beyaza bürünür, ova siyah, Doğa siyah-beyaz, fotoğraflarımız siyah-beyaz, renkli televizyonumuz yok, kararlı ve idealist bir gençliğimiz vardı, siyah beyaz, aşkı bile ölümüne, ya benimsin, ya kara toprağın diyecek kadar…

Leylekler gitmiş, göçmen kuşlar sıcak diyarlara uçmuş, arılar, karıncalar, bütün yaz çaldı saz denilen Ağustos böceği bile toprağın göğsüne saklanmıştı. Koca Madran Baba zirvesine aklar düştü mü soğuklar ovalara doğru saçılır, ince bir ayaz her yeri sarardı. Bir gıdım yeşil kalmaz, etraf kara toprağa dönerdi. Ta ki, güz yağmurları başlayana dek…

Yağan yağmurlar ile birlikte çimenler yeşerir, minnacık ince boyunlu mor küpeliler ile birlikte sarı tarçın çiçekleri kaplardı ortalığı. İlkbaharın ardından ikinci bir bahar yaşanır adeta. İşte bu yüzden sonbahar demişler güz mevsimine. Şiirlere, şarkılara konu olmuş, “Mevsim artık sonbahar” terennümlerine de…

Veysel’in “Benim yârim kara topraktır” dediği gibi, güz yağmurları ile birlikte ekmek için, toprağı ekmek gerekir, kara sabanını omuzlayıp da öküzünü önüne katan köylüler tarlalarda imece ile tohumu saçarak toprağa kavuşturma işine başlarlar. Bağırtılar yanında, gönül telini titreten, yanık türküler de yankılanır. Ekin biçimi, harman zamanı ile eve ekmeklik zahireler ambarlara dolar.

Birlik, dirlik vardı, değirmende öğütülen un, sofrada bazlama, ekmek olur, en yaşlımızın besmelesiyle, dört parçaya bölünerek yanındakilerle paylaşılır. Bu bir ibrettir, paylaşımdır, birliktir, dirliktir. Çadırda, toprak damlı evde, hanay evde yaşayanlar, birbirlerine sevgi ile ışıltılarla bakar, aynı yemeği yer, aynı şekilde giyinir, fakir zengin birlikte çalışılır.

Senin derdin, benim derdimdi. Senin namusun, benim namusumdu.

Biz bölünmemiştik, ayrıştırılmamıştık, dernekleşmemiştik, siyasallaşmamıştık. Din, iman, mezhep takıntıları duymazdık. Zengin, yoksul demezdik. Büyük, küçük yerini bilir, Yunus gözüyle gördüğümüz dünyamız vardı.

Yaratılanı severiz, yaratandan ötürü…” derdik.

Güz yağmurları vaktinde yağmadı, tarlalar artık sürülmez oldu, Yankılanan yanık türküler hepten duyulmaz oldu. İnsanımız utanma, arlanma duygusunu bilirdi. Ayakkabı yalama sözlerini duymaz olaydık.

Yine de yaşamın olduğu yerde umut bitmez. Yine baharlar gelecek, yağmurlar yağacak, Dallarda guguk kuşları ötecek, adaletli bir yaşam sürülecek.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum