Taşdelen köyünde katliam var! (Gerçek öykü)

Uludere'de kaymakam olarak iki yıl çalıştım. Bu sarada çok katliam gördüm Bu anlattığım Taşdelen köyünde yapılan katliamın öyküsü. On altı yiğit insanımızın katledilişi bana o günleri hatırlattı.

Sabahın dördünde masanın üzerinde duran telefonun acı acı çalmasıyla uyandı. Ahizeyi kulağına getirmeden seslendi.
-Evet!
-Efendim ben Mahir.
-Mahir nereden arıyorsun?
-Nöbetçiyim. Karakoldan arıyorum."

Kaymakamın yavaşça aklı başına gelmeye başladı. Gecenin bu vaktinde aranması pek hayra alamet değildi
- Tamam Mahir ne oldu?
Mahir heyecanlı heyecanlı söyleyeceklerinin sırasına aldırmadan cümleleri sıralıyordu.
-Efendim eşkıyalar köy basmış. Çok ölü ve yaralı varmış..
-Hangi köyü?
-Taşdelen köyünü.
Konuşmanın yüksek sesle ve heyecanlı olmasından kaymakamın karısı da uyandı.
-Ne varmış?
-Hiç. Yat sen
-Ne olmuş?
-Taşdelen köyünü basmışlar.
-Ne yapacaksın?
-Bilmem. Giderim herhalde.
Yeniden karakolu aradı.
-Buyrun efendim!
-Mahir bizim şoför jandarmanın yanında oturuyor. Devriyelerden biri gidip haber versin. Aracı hazırlayıp evin önüne gelsin.
-Anlaşıldı beyim!
-Ayrıca Servet'e söyleyin hazırlansın. Karakoldan iki keleş, yeterince şarjör ve birkaç tane el bombası alsın, araçla birlikte gelsin. Biraz acele etsinler.

Servet Ökkeş'in yaralanmasından sonra kaymakamın koruması olmuştu Gözü pek korkusuz bir polisti. Kaymakamın korumasıydı. Her saniye gölge gibi kaymakamın yanından ayrılmazdı. Az sonra araç geldi. Şoför ve koruma hala ne olduğunu anlayamamışlardı. Soru sormalarına fırsat vermeden kaymakam olanı açıkladı.
- Taşdelen köyüne eşkıyalar gelmiş katliam yapmışlar. Yüzbaşım, emniyet amirim, adamlarıyla olay yerine ulaşmışlar. Köyde hakimiyet kurmuşlar. Acele edersek biz de oraya gideceğiz..
Şoför, "Beyim bunlar yolda pusu musu atmasınlar?" dedi. Ürktüğü endişeli halinden belli oluyordu. "Yok” dedi Kaymakam. Sonra "Köye giderken belli noktaları güvenlik altına almışlardır" diye ilave etti.
-Tamam beyim!
Lojmanın önüne gelen araç sesine Selim hoca da uyanmıştı. Kapıya çıktı.
-Hayırdır Kaymakamım!
-Selim hocam acele bir yere gitmemiz lazım.
-Müsaade edin ben de geleyim.
Az sonra kot pantolonu giyip araca bindi.

Kaymakam:
-Servet yedek keleşinkofu Selim hocaya ver. Nasılsa oda burada öğretmenliğinin yanında ikinci askerliğini yapıyor.
-Baş üstüne beyim!
Selim hoca keleşinkofu eline aldı.
-Selim hocam Taşdelen köyünü eşkıyalar basmış ölü ve yaralılar var. Yüzbaşım ve emniyet amirim hemen hareket etmişler. Oraya gidiyoruz.
-Anladım beyim!

Kaymakam ön tarafta duran keleşinkof aldı, dizlerinin üzerine koydu. Şarjörlerine baktı. Köye veya yola giderken otuz tane mermi alan şarjörü iki tane ters bağlayıp takınca altmış mermi her an çatışmaya hazır ediliyordu. Böyle yedek ikişer çift şarjör her keleş için hazırlanıyordu. El bombalarını da yeleklerinin göğüs ceplerine taktılar. Her an atılmaya hazır olmaları gerekliydi. Pusuya düşünce pek işe yarayacağını sanmıyorlardı ama psikolojik bir etkisi vardı. Hiç olmazsa çok kötü çapraza rastlamazlarsa çatışabilirlerdi. Telsizle yardım isteyebilirlerdi. En yakın güvenlik birimi onları bu durumdan kurtarabilirdi.

Sık meşe ağaçlarıyla kaplı olan dağların arasındaki ince toprak yoldan ilerlemeye başladılar. Sinirleri gergindi. Her an bir şeyler olabilirdi. Çok geçmeden belli güvenlik noktalarından geçerek köye vardılar. Damlarda, yollarda insanlar mahalli giysileri içerisinde bağırıyorlar, feryat ediyorlardı. Bazı toprak damların üzerinde kadınlar zılgıt çekiyorlardı. Her taraf asker ve polis doluydu.

İlkokul taş binaydı Kaymakam oraya indi. Yüzbaşı, emniyet amiri diğer subaylar, astsubaylar, askerler özel hareket tim polisleri okulun önündeydi. Güneş henüz doğmuş ağaçların arasından gönderdiği ışıklarla dokunduğu nesneleri ısıtmaya çalışıyordu. Kimsenin kimseyle konuşacak durumu yoktu. Kaymakam okuldan içeri girdi. Öğretmenlerin başında doktor ve hemşireler ellerinde tansiyon aletleri ve enjektörlerle eğilip kalkıp görevlerini yapmaya çalışıyorlardı. Bu okulda üç öğretmen vardı. Görüldüğü kadarıyla öğretmenlere dokunmamışlardı. Ama öğretmenler korkudan kendilerinde değillerdi. Anlamsız gözlerle etraflarına bakıyorlardı.

Dışarı çıktı. Emniyet amiri ve yüzbaşı etrafa ellerindeki telsizlerle emirler yağdırıyorlardı. Bazen de üst makamlara bilgi veriyorlardı. Kaymakam "Sayın valimize de bilgi verildi mi?" dedi emniyet amirine. "Verildi " dedi Amir. "Alay komutanı ile birlikte az sonra burada olacaklar.” Beş dakika sonra içişleri bakanı ve jandarma genel komutanının da olay yerine gelecekleri haberi geldi.

Yüzbaşı, emniyet amiri ve kaymakam katliam yapılan evleri dolaşmaya başladılar. Görünüş korkunçtu. Etrafta insan eti kokusu ve yanık kokusu vardı. Genzi yakıyor ve evlerin bulunduğu yeri kâbusa çeviriyordu. Korucu Abuzittin’in evinin kaybı çoktu. Tam on üç yakınını kaybetmişti. Abuzittin yerlerde kendini topraklara çalıyordu. En küçük, bir yaşındaki oğlunun cesedini kimseye vermiyor, yanağını yanağına değdirerek bastırıp bir şeyler bağırıp feryat ediyordu. Gelenlerin gözlerinden yaş geliyordu. Yüzbaşı askerlere Abuzittin’in kollarına girip evden uzaklaştırmalarını söyledi. Zor koptu adam yakınlarının yerde yatan parçalanmış vücutlarından. Bazı evlerde buldukları yaşlı ve çocukları duvar dibine durdurup ateş ettikten sonra üzerlerine gazyağı döküp yakmışlardı. Vücutları keleş kurşunlarıyla delik deşikti Kafaları, suratları parça parça edilmişti. Güneşin yükselmeye başlamasıyla duvarlara sıçrayan kanlar kokuşmaya başlamıştı.

Kaymakamın yüzbaşının ve amirin girdiği evlerde sağ kalanlar sarılıyorlar, onları öpüyorlardı. Ağlamamak ve hareketsiz durmak imkânsızdı. Sadece kaymakamım, baş efendi, amirim kelimeleri anlaşılıyordu. Kelimelerin hıçkırıklara boğulması o kadar korkunçtu ki!. Köy kalabalık oldu. Ana baba günü gibiydi.
Öğretmenlerden Balıkesirli olan kendine gelmişti. Kaymakamın yanına sokuldu. Çok korktuğu anlaşılıyordu.

Anlatmaya başladı:

-Dün akşam saat 23.00’da bir grup okula geldi. Elektrikler kesikti. Birisinin üzerinde yüzbaşı, diğerlerinde üsteğmen, astsubay ve asker elbiseleri vardı. Çok iyi Türkçe konuşuyorlardı. Yüzbaşı elbisesi taşıyan diğer arkadaşa; “Hoca muhtarı da buraya çağırır mısın ?"dedi. Arkadaş biraz korkmuştu. Ben "Yanında gidebilir miyim?" dedim. “Tamam, sen de birlikte gidip muhtarı çağırın, onunla işlerimiz var" dedi. Sesi biraz sertleşmişti. İki arkadaş yanımızda üsteğmen ve astsubay elbiseli olan genç adamlarla muhtarın evine doğru uzaklaştık. Önce muhtarın evine gidip çağırdık. Daha sonra köyün imamını çağırdık. Sözde yarın köye büyük bir seyyar komanda birliği gelecekti. Gelenlerin kalacakları yerleri bu günden ayarlayacaklardı. O gün gündüz öğleden sonra birkaç helikopterde köye gelince olanları doğru sandık. Ancak imam, muhtar, biz ve asker elbiseli grup okula dönerken bir ara elinde el fenerini kullanan adam el fenerini farkında olmadan ayaklarına doğru tutmuştu. Ayaklarında postal yerine kes vardı, o zaman anladım. Bunlar bizim askerlerimiz değildi. Bunlar eşkıyalardı. Yavaşça karanlıkta muhtarın kolunu dürtükledim. Kulağıma eğilip "Ne var?" diye fısıldadı. “Asker değiller” diye alçak sesle kulağına seslendim. Önce anlamadı. Sonra bir ara o da kulağımı dürtükledi. "Ne yapacağız der gibiydi. Muhtar imam ve arkadaşımla birlikte okula gelip müdür odasına girdik. Mum ışığında oturan yüzbaşı elbiseli genç adam, hala kendini askeri bir komutan olarak yutturmaya çalışıyordu. 

-Muhtar nasılsın?

-İyiyim komutanım!

-İyi iyi. Otur şöyle.

“Komutanım seyyar birliklerimiz sık gelince önce tanıyamıyoruz da..” dedi
Yüzbaşı elbiseli adam muhtarın kendilerinden şüphelenildiğini sezer gibi "Boş ver. Bizim saatimiz yoktur. Şimdi, siz de oturun hocam bir yerlere. Biliyorsunuz yarın köye bir birlik gelecek. Gelecek birliğin kalacağı ve konuşlanacağı yerlerin önceden tespiti ve kontrolü için bizi görevlendirdiler. O nedenle gizlice gece gelmeyi tercih ettik” dedi.

Adam o kadar güzel yalan söylüyordu ki ben bile fener ve kes olayı olmasa adamı komutan zannedecektim. Sonra muhtara ve imama dönerek “Şimdi koruculara haber salın hemen buraya gelsinler” dedi. Muhtar “onları şimdi bulabilir miyiz ki!" diye karşılık verdi.

Adam, “Muhtar ne biçim görevlisin. Onlar hemen buraya gelecekler. Bakalım silahları, kuşamları nasıl? Sizleri korumaya ne kadar hazırlar? Bir bakmamız lazım. Muhtar kaç korucu var?" dedi.

Muhtar şaşırdı.
-Valla sayıları her gün değişiyor Şimdi kaç tane var bilmiyorum.
Adam kızdı muhtara.
-Yahu adam köyünde kaç korucu var bilmez mi? Ama sen de haklısın. Her an sayısı değişebiliyor.
Sonra bana, imama ve muhtara;
-Çabuk gidin buraya gelmelerini söyleyin. Yüzbaşım sizi görmek istiyor deyin. Gelmemezlik yapmasınlar. Yoksa ellerindeki tüfekleri alır cezalandırırım.

Sesi sertti. Ben gelenlerin askerlerimiz olmadığını ve eşkıya olduklarını biliyordum ama korkudan belli etmemeye çalışıyordum. Sonra dışarı çıktık. .Karanlıkta daha çok muhtarın yönlendirmesiyle yarım saat kadar yürüdük. Birden iki adam karanlıkta önümüze çıkıverdi.
-Durun bakalım. Kaldırın ellerinizi. Ne arıyorsunuz burada?
Az alçak konuşuyordu. Muhtar cevap verdi.
-Şehmuz ben muhtarınız. Kasımı görecektik de…
-Niye?
-Sen ona götür bizi.
-Olur!

Adamlar önde biz arkada beş dakika kadar yürüdük. Yol yokuş yukarıyaydı. Önümüzde giden adamlardan biri durdu, birkaç kez ıslık çaldı. Cevap gelince Kasım bizi bekliyor dedi. Büyük ağaçların içindeki kayalığı dönünce ellerinde tüfekleriyle korucuları gördük. Beni de tanıyorlardı. “Gelin bakalım. Hayrola?” dedi.

Kasım. Muhtar acele acele köye askerlerin geldiğini, yarın bir seyyar birliğin köyde konuşlanacağını şimdi Yüzbaşının kendilerini köyde beklediğini anlattı.

Muhtarı dinleyen Kasım;
-Peki bizim ilçenin komutanı mı?
Muhtar;
-Yok! Bunu hiç görmedim.
Kasım,
-Anlaşıldı. Biz güneş doğuncaya kadar buradan gelmeyeceğiz. Güneş doğsun ondan sonra geliriz.

Muhtar üsteleyince Kasım tersledi.

-Yahu muhtar git yüzbaşı dediğin adama aynısını söyle. Yarın geleceğiz. Gerçek yüzbaşı ise başımız önünde kesilse ses etmeyiz bizim de duyduğumuz bazı şeyler var.

-Muhtar imam ve ben tekrar geri geldik Adam korucuların gelmediğini görünce hemen maskesini indirdi. Adamlarına bağırdı.

-Önceden bellediğimiz evlerde canlı kalmayacak.

Muhtara da bir tokat vurdu. Okuldan çıkıp kalabalığı peşinde takarak evlere yöneldi. Gruptakiler de arkasından koşturarak evlerin arasında karanlıkta kayboldular.

Ben ve diğer öğretmen arkadaşlarım az sonra silah ve el bombası seslerinin sıklaşmasından, yükselen insan seslerinden, yalvarmalardan, kaçışmalardan çok korktuk. Bizi de öldürebilirlerdi. Köyde katliama dalınca bizi unuttular. Arkadaşlarımla lojmanın kapısının arkasına çömdük. Öylece saatlerce kalmışız. Sonra da siz ve emniyet amirim geldiniz. Öğretmen gözlerinden gelen yaşları silerek yutkundu. Diğer arkadaşları hala şok içindeydi. Hareketsiz ve konuşmadan öylece bakıyorlardı.

Yüzbaşı emniyet amiri ve kaymakama;

-Anlaşıldı. Bizim elbiseleri giyerek korkusuz ve zalimce eylem yapmışlar. Amaçları korucuları köye getirip hepsini öldürmekmiş. Dün gelen bir haberde karşı taraftan elli kişilik bir grubun sınırı geçeceği yönündeydi. Bende sınır köylerindeki adamlarımızı ve korucuları uyarmıştım. Korucular tuzağa düşmeyince köydeki bağlantıları olan adamlarla korucuların evlerine saldırmışlar.

Güneş yükselmeye başlamıştı. Saat ona doğru İçişleri bakanı, Jandarma Genel Komutanı, Tugay, Alay komutanları Vali, gazeteciler, televizyoncular dört helikopterle köyün düzlük alanına indiler. Köyde bir uğultu koptu. Kalabalık onlara doğru koştu. Askerler ve özel tim gelenlerin etrafını sardı. Vatandaşları mesafeli tuttu. Bakan vatandaşlarla aradaki barikatı kaldırdı. Vatandaşlara Devletimizin büyük olduğunu, bu gün eşkıyaların döktükleri kanların hesabını en kısa süre içinde alacaklarını söyledi. Katliam yapılan evleri beraberindeki heyetle gezdi. Gözleri dolmuştu sırada bayan savcının fenalık geçirip bayıldığı haberi geldi. Okula girdiler. Bayan savcı bu kadar katliam karşısında belki de hayatında karşılaştığı en korkunç görüntülere fazla dayanamamış ve şoka girmişti. Doktorların müdahalesi ile kendine geldi.

Bakan ve beraberindeki heyetler iki saat kadar kaldıkları köyden helikopterlere binerek ayrıldılar.

Devletimiz büyüktü. Burada görev yapanların hepsi birer kahramandı. Giderken kaymakamın, yüzbaşının ve emniyet amirinin alınlarından öpmüştü. Kaymakama, Korucu Abuzittin için ne gerekiyorsa yapmasını, bakanlıktan yakınlarını kaybedenler için her türlü maddi katkının yapılacağını özellikle söyledi.

Ankara’dan ve ilden gelen heyet gidince kaymakam, yüzbaşı, emniyet amiri, seyyar jandarma komanda komutanları ve baskın yiyen köylüler yine baş başa kalmışlardı. Yine yollar mayınlıydı. Yine her ağaç ve kayanın arkası pusuydu. Güneş yavaşça sabahki ısısını kaybediyordu Vakit kuşluk olmuştu. Etraf et ve kan kokuyordu. Ölenler köy meydanında toplanmış, çarşaf ve battaniyelere sarılmış, birer birer köy yakınında kazılan mezarlara gömülmeye başlanmıştı.

Kaymakam eve geldiği zaman karısı “Ne olmuş" diye sordu. “Tek kelimeyle her şey korkunçtu” diyebildi.

Karısı da üzgün halini görünce elini tuttu."Üzülme" dedi.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum