Türk kültürü ve küreselleşme

Türk Kültürü üç temel esasa dayandırılmaktadır.

1-Türk Milletinin tecrübeleri
2-İslam Medeniyeti
3- Türklerin Anadolu ve Rumeli'ne geldikleri zamandan başlayarak bugüne kadar  edindikleri tecrübe ve deneyler.

Türk milleti göçebe bir toplum olduğu için milli karakter ve refleks olarak dışarıdan gelen tehlikelere ve tahripkâr davranışlara karşı  hemen  her zaman  kendiliğinden bir savunma mekanizması kuracak özelliktedir. Zaten Türk’ün Tanrıya verilecek olan bir canı vardır. O nedenle kendine, yakınlarına ve devletine yönelik bir tehlike de  tehlikeyi anladığı an  hemen refleks olarak savunma durumuna geçer.

Türkler Dünya devleti kurdukları ve değişik ulusları yönetme  becerisine sahip oldukları için aslında zamanımızda ki küreselleşme olayından da fazla korkmamak gereklidir.Bu yeni düzende kendi benliğinden kopmadan bu yüce millet yine kendi şerefli yerini geçmişten gelen  tecrübesi ile almasını bilecektir.

Ayrıca Türkler tasarrufludur, sadeliği severler, diğer uluslara göre az tüketirler. Kalıcı olmayan mimari yapıya sahiptirler, en önemlisi doğa ile iç içe yaşamayı sevmektedirler. Bu nedenlerle yeni değişimler karşısındaki ekolojik tahrifat Türk Kültürünü fazla değişime uğratmayacaktır. Çünkü Türk halkının yaşamını oluşturan halk kültürü hala ayaktadır. Sağlam ve uzun geçmişe dayanan bu kültür, kolaylıkla zayıflatılamaz. Ancak bu kendi kültürümüzü korumakla olur.

Kültür yaşantımıza baktığımızda ise Bilhassa Atatürk ün ölümünden sonra kalkınmanın ve ilerlemenin sadece ekonomiyle ve parayla olacağını benimseyen politikalarla kültür yaşantımıza ve geriden gelen kültür yapımıza  pek önem verilmediği  görülmüştür. Batılılaşma özentiden ibaret sanılmıştır. Toplumu birbirine kenetleyen ve toplumun ayakta kalmasını sağlayan  ortak değerlerimiz zayıflatılmıştır. Bundan sonra da birbirlerinden kopuk, birbirlerinden farklı, birbirlerinden habersiz biri diğerini var olma veya olmama nedeni sayan farklı kültürel kutuplaşmalar toplumumuzda görülmeye başlamıştır.

Ülkemizde yatırımların belli bölgelerde yoğunlaşması ile ülkemizin belli yörelerinden  sanayi bölgelerine  büyük nüfus göçleri olmuştur.. Sanayi bölgelerine gelenler geldikleri yerlerdeki kültürel davranış kalıplarını, gelenek görenekleri ve inançlarını da  gelip yerleştikleri yerlere getirdiler. Tam bir bilinç ve eğitim eksikliği nedeniyle  bu seferde bu yerlerde oryantalizmin tuzağına düştüler.

Büyük aile yapısının çözülmesiyle de ferdiyetçilik, kural tanımamazlık, hırsızlık, açıkgözlük akıllılık sayılmaya başlandı. Milletimizin mayasında olan toplumsal dayanışma ve yardımlaşma olgusu zayıflamaya başladı. Ataerkil ailede büyüklerin tecrübelerinden deneylerinden yararlanma yolu unutuldu. Artık insanlar büyük yerleşim yerlerindeki tüketim tuzaklarının, reklamların önünde sürüklenmeye başladılar. İnsanlarımız o hale getirildiler ki bir şarkıcının konserinde nedenini bilmeden kendilerini jiletlemeye başladılar.

Birinci sanayi devriminde, adale gücü yerine  makinayı kullanmayı başaran ülkeler hızla kalkınmaya, yaşam standartlarını yükseltmeye başlamışlardır. Osmanlı devleti ile Çinliler ve Hintliler bu  yeni şartlara ayak uyduramadıkları için fakir kalmışlardır. Bu devrin efendisi İngiltere olmuştur.

Ancak 1880’lerden sonra elektronik, kimya otomobil ve petrol endüstrilerinin ön plana çıkması ile artık Dünyanın efendisi İngiltere değil Almanya, Amerika ve Japonya olmuştur. Bu yeni süreçle ikinci sanayi devrimi de başlamış olmaktadır. Yeni maddelerin icadı, enformasyon, yeni enerji sistemlerinin kullanılmaya başlanması, uzay biliminin gelişmesi, çevre sorunlarına duyarlığın başlanması, biyolojik gelişmeler bu devre damgasını vuran olgulardır. Artık insan aklını bilgisayar ve otomasyon tamamlamaya başlamıştır. Rutin işler bilgisayarlarla yapılmaya başlanmıştır.

Bu hızlı değişimler kültürel yapıları da değiştirmeye başlamıştır. Artık kültürel değerler daha hızlı, daha kolay  ve daha geniş kesimlere hızla yayılmaya başlamıştır. Kültürel değişiklikler kendilerini geniş kesimlerde daha hızlı ve daha kolay ifade imkânı bulmaya başlamıştır. Bunun tehlikesi de vardır. Bu teknolojik olanakları ve ekonomik gücü ellerinde bulunduran kesimler veya gruplar diğer insanları ve grupları yanlış davranış kalıpları içerisine de sokabilirler. O zaman bu olanaklardan yoksun olan grupların kendi öz değerlerini korumaları için tedbirler almaları ve bunlar tehlikeye girdiği zaman koruyucu refleksler göstermeleri kolaylıkla zayıflatılmış olur.

Küreselleşme sürecinde toplumumuzun geçireceği evre, bizim alacağımız savunma refleksimize bağlıdır. Sahip olduğumuz gelenek ve göreneklerimizle, Atatürk ilke ve devrimleriyle, kendi öz benliğimizi korumada  göstereceğimiz dirençle, uğrayacağımız, kültürel, etnografik, siyasal, ekonomik erozyon en az zararla atlatılabilir. Yalnız bu  süreçte  belli olupbittilerle zarar görmememiz için  geçmişten gelen tarihimizi  çok iyi şekilde bilmemiz gereklidir. Çocuklarımıza ve gençlerimize geçmişten gelen bu tarih bilincini vermemiz gereklidir. Zamanın gereklerine göre yabancı dil ve bilgisayar konusunda bilgiler vermeliyiz. Dünyaya açılmalarını buralarda iş tutmalarının yollarını öğretmeliyiz. Önce bu dünyada kim olduklarını nereden geldiklerini bilmelerini kendilerine mensup oldukları millettin bir üyesi olmaktan gurur duymalarını öğretmeliyiz. Ülkemizin mevcut durumumuzu, etrafımızdaki ülkelerden kimlerin dost kimlerin düşman olduğunu ama öncelikle kendilerine güvenmelerini öğretmeliyiz.
Japonların yaptığı gibi çocuklarımızı ve gençlerimizi ülkemizin sanayi ve turizm bölgelerine götürmeliyiz. Tarihi yerleri gezdirmeliyiz. Onlara spor olanakları sağlamalıyız. Eğitimlerini her şeyin önüne koymalıyız. Türk yazarlarını ve Dünya klasik eserleri okumalarını teşvik etmeliyiz. Her şeyden önce Türk Milletinin özünde var olan özgürlüğüne olan bağlılığını, Dünya siyasetinde kendi milletinin çıkarlarını her ortamda savunabilmelerinin yol ve tekniklerini onlara öğretmeliyiz. Önce toplum çıkarını düşünmeyi ve buna göre çalışmalarını yönlendirmeyi teşvik etmeliyiz.

Realist bir kültür politikası izlemeliyiz. Atatürk dönemi kültür politikamıza hakim olan milli hakimiyet, bağımsızlık ve kendine güvenmeyi anlatan özgüven ilkelerinden asla sapmamalı ve taviz verilmemelidir. Geleneksel kültür politikamızla evrensel politikayı bir araya getirip bünyemize uygun olmayanları zorla kabul etmeye çalışmamalıyız. Kendi kültür politikamızı bilinçli bir şekilde ve inatla korumakta kararlı olmalıyız.
 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.