
Fügüran TÖZ
Aydın’ın unuttuğu hafızası
Geçtiğimiz günlerde Servet Bey’le yollara düştük. Konya’dan başlayıp, Kahramanmaraş’a, Gaziantep’e, Şanlıurfa’ya, Diyarbakır’a, Batman’a, Mardin’e uzanan bir Anadolu turu yaptık. Her adımda tarih, her sokakta hikâye, her köşe başında geçmişin fısıltısı vardı. Ve en güzeli de o şehirlerin değerlerine sahip çıkan insanlarını görmekti. Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı müzeler, belediyelerin kent hafızasını yaşatmaya çalışan salonları, eski evlerden dönüştürülmüş müzeler… Her birinde bir güleryüz, bir bilgi, bir gönül emeği.
Gaziantep’te Sabun ve Pekmez Müzesi’nde mesela, bir görevli bütün objeleri tane tane anlattı. Sabunun kokusundan, pekmez kazanının başındaki eski zaman sohbetlerine kadar… Küçük bir binada koca bir geçmişi yaşattı bize.
Diyarbakır’da Ziya Gökalp Müzesi’ne uğradık. Görevli kadın, diş çekimi yaptırmış o gün. Rapor alabilir, evinde kalabilirdi. Ama gelmiş. Yorgun, biraz mahcup ama içten. “Size yeteri kadar yardımcı olamadım” dedi. İşte dedim, kültüre sahip çıkmak böyle bir şey. Gönülle, yürekle, biraz da emekle…
Sonra döndüm memleketime, Aydın’a.
Bir hüzün çöktü içime. Bizim de antik kentlerimiz var, müzelerimiz elbette var. Ama bir kent müzemiz yok. Düşünün, Mustafa Kemal Atatürk’ün ziyaret ettiği şehirlerin çoğunda bir “Atatürk Müzesi” bulunuyor. O şehirler arasında Aydın da var ama ne yazık ki onun adını taşıyan bir müzemiz yok.
Kuvayi Milliye ruhunu yaşatan bir müze, yakın tarihimizi, halkın yaşanmışlıklarını, dedemin kalaycı dükkânını, semercinin, keçecinin hatırasını, eski pazar yerlerini, bayram sabahlarını, düğün kınalarını anlatan bir müzemiz yok. Babaannemin dikiş makinesini, dedemin lambalı radyosunu sergileyen, 70’lerin sokaklarını ve düğün fotoğraflarını duvarına asan bir hatıra odamız bile yok.
Kültür merkezlerimiz deseniz, işlevsiz. Kapısından girince kim personel, kim ziyaretçi belli değil. Çoğu telefona gömülmüş, göz ucuyla “niye geldin buraya?” bakışı atıyor. Ne bir güleryüz, ne geçmiş kokusu, ne sıcak bir “hoş geldiniz”… Kapı önlerinde sigara içenler, boş salonlar, unutulmuş köşeler… Oysa Aydın, Ege’nin incisi. Binlerce yıllık geçmişi, kültürü, insan hikâyesi olan bir şehir. Ama şehir kendi hafızasını unutmuş.
Belediye başkanları farkında mı, bilmiyorum. Arada da olsa uğradıklarını biliyorum ama sanki hiç uğramamışlar gibi. Göz değmemiş, gönül verilmemiş belli.
Ben istiyorum ki, bir gün Aydın’a gelen bir misafir, bir müze kapısından içeri girsin. Güleryüzle karşılansın. Gelenin aslında bir kültür elçisi olduğunun farkına varılsın. Görevli, duvarda asılı eski bir fotoğrafın hikâyesini anlatsın, bir objenin ardındaki yaşanmışlığı paylaşsın. Tıpkı Gaziantep’te olduğu gibi… Geçmişle bugün arasında sıcak, içten bir köprü kurulsun. Çünkü bilirim ki bir şehri yaşatan sadece binaları, yolları, parkları değil; onun hafızasına sahip çıkan, anılarını yaşatan, hikâyelerini anlatan insanlardır.
Çünkü her şehir biraz geçmişiyle, biraz da anılarıyla güzel.
Anısını unutan şehir, kimliğini de kaybeder.
Ve Aydın, buna hiç yakışmaz.
Sevgiyle kalın…

Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.