“Ben bu davaların savcısıyım”

Dreyfus Olayı; 1894 yılında Yüzbaşı Alfred Dreyfus'un haksız yere casuslukla itham edilerek Fransa'da yargılandığı dava ve ardından gelişen olaylardır.

Fransa'da önemli hukuki tartışmalara neden olan Dreyfus olayı Paris'teki Alman Elçiliğinde hizmetçi olarak çalışan Fransız gizli servisine bağlı bir kadının çöp sepetinde bulduğu imzasız bir mektubu merkeze göndermesiyle başladı. Alman askeri ataşesine yazılan mektupta Fransa'ya ait bilgilerin verilmesi vaat edilmektedir. Fransız Genelkurmayının başlattığı soruşturmada şüpheler Yüzbaşı Alfred Dreyfus üstünde toplanır. Çünkü Yüzbaşı Dreyfus'un el yazısı, mektuptaki yazıya benzemektedir.

Dreyfus, 15 Ekim 1894'te tutuklandı. Bir ay süren hazırlık soruşturmasında aleyhine yeni delil bulunamamasına rağmen Dreyfus suçlu görülerek mahkûm edildi ve cezasını çekmek üzere Şeytan Adası'na gönderildi. Fransız Guyanası’nda yer alan Şeytan Adası, 1852 yılında Napolyon döneminde hapishane olarak kullanılmaya başlanılmış. Koloni döneminin en rezil hapishanesi olarak bilinen Şeytan Adası, tutuklulara kötü muamelesiyle meşhur bir yer haline gelmiş. Genelde siyasi mahkûmlar bulunan adada, tutuklular kaçma girişiminde bulunduğunda piranalar ve vahşi ormanla baş etmek durumundaydı.

 1896'da ortaya çıkan bir olay Dreyfus davasını yeniden gündeme getirdi. Alman Elçiliğinde çalışan hizmetli kadın, bir Alman subayından Easterhazy adındaki bir Fransız binbaşısına yazılan bir mektubun müsveddesini ele geçirdi. Fransız gizli servisinin yaptığı soruşturma, Dreyfus'un mahkûmiyetine sebep olan elyazısının Easterhazy'ye ait olduğunu ortaya çıkardı. Soruşturma sonunda elde edilen bilgiler Dreyfus davasının yeniden görülmesini gerektiriyordu.

Dreyfus'un karısının olayı basın yoluyla yeniden gündeme getirme çabaları sonuç vermeye başlayınca Genelkurmay, Easterhazy hakkında dava açmak zorunda kaldı. İki gün süren dava Easterhazy'nin oy birliğiyle beraat etmesiyle sonuçlandı. Beraat kararının ertesi günü Emile Zola'nın  L' Aurore gazetesinde "Suçluyorum." başlığıyla yayımlanan Cumhurbaşkanına açık mektubu Fransa'da büyük yankı uyandırdı. Zola yazısında, Genelkurmay Başkanını ve diğer yüksek rütbeli subayları görevlerini kötüye kullanmakla ve kamuoyunu yanıltmakla suçluyordu. Birkaç gün içinde akademi üyesi bazı profesörler ve aydınlar Millet Meclisine Zola'nın mektubunu destekleyen bir bildiri yolladılar. Ordudan gelen baskıların da etkisiyle Zola aleyhinde orduya hakaretten dava açıldı. Zola'nın mahkûmiyetiyle sonuçlanan davada avukatlar sözü hep Dreyfus olayına getirmişlerdi. Bu nedenle dava Dreyfus'u savunanlar açısından başarılı olmuştur.

1898 Haziranında yapılan hükümet değişikliğinden sonra Savaş Bakanlığına getirilen General Cavaignac, Millet Meclisinde yaptığı bir konuşmada Alfred Dreyfus hakkında hazırlanan gizli dosyadaki belgelerin bazılarını açıkça okudu. Easterhazy hakkında soruşturma yürütmüş Yarbay Picquait, bu belgelerin sahteliğini ispatlamaya hazır olduğunu bildirdi. Yarbayın iddiası üzerine sorguya çekilen Binbaşı Easterhazy suçunu itiraf etti ve gönderildiği hapishanede intihar etti. Bu olayla Dreyfus davası yeni bir boyut kazandı.

Yargıtay aylarca süren tartışmalardan sonra Dreyfus hakkında verilmiş olan kararı bozdu. Dreyfus, Fransa'ya geri getirilerek askeri mahkemede yeniden yargılandı. Bir ay süren duruşmalar sonunda Dreyfus yine suçlu bulundu. Fakat bazı hafifletici sebeplerin varlığı kabul edilmişti. Yedi yıl sonra 1904 yılında Yargıtay genel kurulu Savaş Bakanı General Andre'nin isteği üzerine davayı yeniden ele aldı. 1906'da verilen kararla Dreyfus beraat etti. On iki yıl önce sökülen nişanları aynı yerde yapılan törenle yeniden takıldı ve ayrıca Legion d'Honneur nişanı verildi.

Ne yapılmış.

Gelecek kuşaklara açık hesap bırakılmamış, İşte yargı budur. Adalet budur

Gördüğünüz gibi, durumdan vazife çıkartan bir görevlinin vermiş olduğu ifadenin sonuçları ortada. Geçmişte veya günümüzde her ülkede yaşanabilen bu tür özel davaların özel cezaevleri olduğu da muhakkak…

Gelelim ülkemize…

1960 ihtilaliyle bir dönemi ve siyasi iktidarı yargılamadık mı? Yassıada’da Başbakan asıp, sonraki yıllarda anıt mezar yapmadık mı?

Şimdi Kanada’da yaşayan Tuncay Güney isimli hahamın ifadelerinden yola çıkılarak Ergenekon Balyoz davaları açılmadı mı?

Bizde de Silivri, Sincan zindanları kurulmadı mı?

“Ben bu davaların savcısıyım” diyen Başbakanlar görmedik mi?

“Türkiye bağırsaklarını temizliyor. Allah verdikçe veriyor” diyen Meclis Başkanlarını görmedik mi?

Devletin Genelkurmay başkanı dâhil Generallerini, Subay ve Astsubaylarını, akademisyenlerini, yazarlarını, gazetecilerini sabahın erken saatlerinde elleri kelepçelenerek evlerinden alınıp, savanadaki yaban hayatının figürlerini anlatır gibi naklen yayınlarla kişilik haklarını da yok sayarak, onları küçük düşürerek, adeta haysiyet cellâtlığı yapan Fetö’cü kurulmuş kolluk ve kurulmuş yargı mensuplarını komşu ülkelerden mi getirilmişlerdi.

Hayır.

Cellâtlarımız da kurbanlarımız da bu toprakların insanlarıydılar.  Suyun karşı sahilinde ipleri ellerinde tutanlara hizmet edebilmek için siyasi iktidarla birlikte adeta yarışmışlardı.

Tarih 30 Kasım 2018. Ergenekon davasında savcı mütalaasını açıkladı: “Örgütün varlığı kanıtlanamadı”. 11 yıl süren dava üç kelime ile kapatılmış oldu.

Söktürdüğünüz apoletler, yitip giden hayatlar, yaşadıkları travmalar nedeniyle psikolojileri bozulan dedeler, nineler, eşler, çocuklar, arkadaşlar, astlar, üstler ve ne oluyor, nereye gidiyoruz diyen halk.

Mağdur edilen her kesimden insanımız için ömürden yaşanmamış günler, haftalar, yıllar…

Hepsi kadar önemli bir şeyi daha eklemek isterim. Uzun yıllar süren bu davalarla ülkenin enerjisini, kaynaklarını, zamanını heba ettik.

Bir asır önce Fransız yargısı ve devleti Yüzbaşı Dreyfus’a onurunun iade edilmesini törenle gerçekleştirmişler.

Ergenekon ve Balyoz mağdurları için Türkiye Barolar Birliği genel kurul salonunda yapılacak gösterişsiz, mütevazı bir törenle böyle bir uygulama düşünür müsünüz?

“Ben bu davaların savcısıyım” demiş olsanız da “üzgünüm” der misiniz?

Toplumsal barışın tesis edilmesi için buna çok ihtiyacımızın olduğunu hepimiz biliyor olmalıyız.  

 Ergenokon’u, Balyoz’u kurgulayanlar, 15 Temmuzu planlayıp gerçekleştirenler ABD ve İsrail’dir. F.Gülen ve ekibi onların taşeronlarıdır.

Buradan çok iddialı bir şey söylemek istiyorum. Fetullah Gülen’i istedik, alacağız, verecekler, lobicilerle anlaştık, Trump’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı Michael Flynn’e kaynaklar aktardık.  ABD Yönetimi bizi anlamaya başladı gibi toplumu uyutucu cümleler doğruyu yansıtmıyordu.

Öcalan’la görüştüğünüz gibi Hocanızla da görüşürsünüz. Buna engel de yok... Pazarlıklar için Fehmi Koru gönderilmedi mi?

ABD, Hocanızın kafasına sıkar, kalp krizinden öldü der. Yaşadığı konağın bahçesine gömer.

Ama asla vermez…

Vermeyecektir.

Zaten siz de almak için çok istekli değilsiniz. Öyle olsaydı ABD’ye yaptırımı siz uygulardınız. Bunun için NATO’dan çıktım demeniz yeterliydi…

ABD, Fetullah Gülen’i Türkiye’ye teslim ederse, gelecekte efendisine çalışacak adam bulamayacağını bilir. Yeni ajanlar devşirmesi de zor olur…  Rahmetli Kamuran İnan’ın bir konferansta, “ülkemizin yalancısı çok, hırsızı çok bir de haini çok” demiş olması her şeyi açıklamıyor mu?

Yanlış olan bir şey var mı?

ABD,  F.Gülen’’i iki şey karşılığında Türkiye’ye teslim edebilir. Fırat’ın doğusundaki oluşumun Türkiye tarafından engellenmemesi, ikinci olarak da İran’a yapmayı planladıkları saldırıda Türkiye’nin destek vermesi ve hatta cephe açması karşılığında Hocanızı canlı olarak teslim alabilirsiniz ki bunun adı da Pirus zaferi olur.

PİRUS ZAFERİ

Pirus zaferi, yıkıcı büyüklükte kayıplar pahasına kazanılan bir zafer. Kazanılan zaferin verilen kayıplardan sonra anlamsız hale gelmesini ifade eder. MÖ 280 ve MÖ 279 yıllarında Grek kolonisi Tarentum Kralı Pirus Roma'ya saldırır ve ne pahasına olursa olsun savaşı kazanmak için her şeyini feda eder.

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
3 Yorum