Nermin AKKAN
Bir ben çıktı benden dışarı
20 Ekim 2025.
Ankara’nın sabahı griydi; ne tam kış, ne tam sonbahar.
Torunumun sesine uyanmanın, aynı sofrada yeniden buluşmanın sevinci hâlâ üzerimdeydi.
Yıllar sonra ana–kız kahve sigara molasında birbirimize tutunmuştuk.
Zaman bir makara gibi geriye sarıyor, beni yetmişlerimden altmışlarıma, oradan yirmilerime taşıyordu.
Derken, korktuğum oldu.
Kızım, eşinin ısrarıyla İzmir’e dönme kararı aldı.
Evden bir şey çekildi — görünmez ama derin bir sızı.
Yalnızlığın eski sesi geri geldi:
Mutfakta tabakların birbirine çarpışı, odalarda yankılanan sessizlik.
O gece, yorgun düşüp cenin gibi kıvrıldım yatağa.
Ne tam uyudum, ne tam uyandım.
Bir aralıkta, içimin eşiğinde, bir şey oldu.
İçimden bir ben daha çıktı.
Aynı ben... ama değil.
Aynı kıvrılışta, sessizce yanıma uzandı.
Aramızda bir nefeslik mesafe vardı.
Sarılmak istedim.
Ama kıpırdamadım.
O kadar tanıdıktı ki, onu rahatsız etmekten korktum.
Ve ne kadar sürdü bilmiyorum ama varlığından yayılan bir iyilik duygusu sardı beni.
Ne korku, ne şaşkınlık.
Sadece bir huzur.
Sanki içimde yıllardır susan biri nihayet ete kemiğe bürünmüş, bana “tamam, buradayım artık” demişti.
Sabah olduğunda hâlâ o iyilik hâli içimdeydi.
Kahve koydum, bir sigara yaktım.
Dün gece yaşadıklarımı anlamaya çalışırken, birden fark ettim:
O his kaybolmamıştı.
Sanki o ikinci ben, hâlâ yanımdaydı, ama artık görünmez bir sıcaklık olarak.
İlk tepkim şaşkınlıktı; sonra dinginlik.
Günler sonra yaşadığım bu tuhaf ama huzurlu deneyimi iç gözümle okumaya çalıştım.
Bir ayrılığın, bir kırılmanın hemen ardından zihin kendini korumak için ikiye bölünür bazen.
Kırılan taraf içe kapanır; şefkatli taraf onu sarmak ister.
Benim ikinci ben’im, aslında kendime yönelttiğim merhametin suretiydi.
Psikolojide buna içsel tanık ya da öz-şefkat figürü denir.
Zihnin kendine sarılma biçimi.
Bedenim büzülürken ruh bir adım öne çıkmış, “dur, ben varım” demişti.
Sonra düşündüm; belki de bu yalnızca psikolojiyle açıklanacak bir şey değildi.
Çünkü o anda bir ilahi huzur vardı.
Sufiler buna “sekine” der:
Kalbe inen sükûnet.
Cenin pozisyonu bir teslimiyet hâlidir;
Bedenin secdesi gibidir.
Belki de o hâlde iken nefsim susmuş, ruhum konuşmuştu.
Yanıma uzanan o “ben”,
Rabb’in “Rahman” sıfatının içimdeki yankısıydı.
Bir rahmet sureti.
O yüzden korkmadım.
Kendime sarılmayı unuttuğum yılların telafisiydi belki bu.
Anne, eş, evlat, öğretici, dost… hepsi birer rol, ama içimdeki saf varlığa kim sarılacaktı?
O gece öğrendim:
Kendine sarılmak,
Allah’ın sana sarılışıdır aslında.
İnsanın özünü sevmeye başlaması, ilahi merhametin içerde tezahür etmesidir.
Jung der ki:
“İnsan ruhu, karanlıkla ışığın dansında olgunlaşır.”
O gece karanlıkla ışık buluştu içimde.
Kırılmış benliğimle bilge, sessiz, huzurlu benliğim bir araya geldi.
Biri gölgeydi, biri nur.
Ve o iki ben birbirine dokunduğunda ben bütün oldum.
O günden beri aynı iyilik hâli zaman zaman geri geliyor.
Bazen bir dua anında, bazen torunumun sesini hatırladığımda.
Artık biliyorum:
O ikinci ben hep yanımda.
Korkunun bittiği, rahmetin başladığı yerde.
“Ey içimde kıvrılıp bana uzanan sen, ben artık korkmuyorum.
Çünkü sen bendin, ben de Sen’dim.”


Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.