
Ramazan TÜLÜ
Demokrasi ve cehalet!
Tüm kötülüklerin dayanağı cahillik ve bilinçli olmamaktır.
Günün koşullarında cehaletin okumakla veya eğitilmekle giderilmesi mümkün olmamaktadır.
Artık içimizde öğrenim görmüş, tahsil yapmış ve bilgili görünen modern cahiller gezmektedir.
Her kasabaya bir yüksek yapmakla, Okul sürelerini artırmakla, unvanlar ve makamlar dağıtılmakla, birtakım uluslararası standartlar getirilmekle, toplum ve bireylerin esasen bilim öğrenip üretim yapması mümkün olmamaktadır, maalesef…
Kim bilir Dünyada ve ülkemizdeki uygulamaların belki de asli amacı budur.
İster Laik (seküler), ister teolojik, ister pragmatik (yararcı), ne diyorsanız deyin, insanlar bir şekilde bağlanıp, inandıkları, düşündükleri, okudukları, eğitimini aldıkların şeyin de cahili oldukları görülmektedir. Onların sırtına binilip, onların üzerinden, emeği sömürülerek para kazanılmaktadır.
Öyle ki, bilimsel olduğu iddia edilen teknik eğitim verilmekte, ancak değerler eğitimi yok edilmektedir,
Teknik bilgisi yüksek doktorlar, hukukçular, mühendisler, tamirciler, öğretmenler var ise de bunların değerlerle ilgili hiçbir kaygıları yok.
“Bir şeyin felsefesini yapmıyorsanız sadece teknisyeni olursunuz” demiştir. Nietzsche…
Erenlerden biri camide ibadet ederken bir bakmış yanında Şeytan, elinde de bir sürü yular. Bunlarla burada ne yapıyorsun demiş. Şeytan, adamlarımı bekliyorum, namazdan sonra camiden çıkınca boyunlarına takıp üzerlerine binip gideceğim deyince, benim yularım da var mı diye sormuş endişeyle. Şeytan gülmüş, cevap vermemiş, kalkmış gitmiş. Derviş, çıkmış yürümüş, köye dönerken bir derenin kenarında gördüğü yaşlıya ne yaptığını sormuş, o da dereyi geçemediğini, çocuklarının gelip alacağını söylemiş. Derviş, bin sırtıma geçireyim demiş, yaşlı önce kabul etmemiş, ancak ısrar edince binmiş sırtına, tam derenin ortasındayken “Camide sormuştun, benim yularım da var mı diye, ben bazılarına yularsız da binerim” demiş.
Elbette yukarıda anlatılan fıkra değil bir menkıbedir.
Ancak iyilik yapmak isteyen bir insan kötülükle de karşılaşabilir.
Bugünkü seçim ve demokrasi tatbikine bir bakalım. Hürriyet, huzur, kalkınma, adalet ve refah diyerek yapılan, aslında pazarlanan vaatler dar gelirli yoksul kesimlere yularsız binmenin bir şeklidir adeta…
Çünkü, kimse kimseye karşılığı olmayan bir şeyi vermez. Bedava şeyleri ancak bize Tanrı verir.
Günümüzde batı ülkeleri istediği kadar demokraside bir numarayım desin. Biz istediğiniz ölçüde özgür seçimler yapıyoruz diyelim.
Yoksul halk kitlelerinin sırtına binerken, yularlarının ve semerinin parasını da onlardan alarak yaşatılan bir demokrasi uygulamasında, korunması gereken insanlık ve insani değerler vahşi biçimde katlediliyor.
Hukuk ve adalettin yaşamımızın bir parçası olup, insanların kendisini güvende hissetmesi ve geleceğinden endişe duymadığı koşullar için yaşanılan sistemin illaki demokrasi olması gerekmez. Tarih boyunca uzun veya kısa vadelerle adaletli birçok medeniyet, yönetimler olmuştur. Bu yönetimlerin adı demokrasi veya cumhuriyet de olmadığı halde, hukuk ve adalet tesis edilmiştir.
Asıl olan, hangi devirde olursa olsun, insanların o günün koşullarında kendilerine haksızlık yapılmayacağını, adaletin kendisi için bir korunak (sığınak) olduğunu bilmesi ve inanması, haksızlık karşısında hakkını geri almak için bir tereddüdünün olmamasıdır.
Bugün böyle bir ortam, iklim ve uygulama var mıdır?
Ülke öz kaynaklarının, ulusal gelirin büyük dilimini küçük bir kesimin (azınlığın) alması, küçük dilimini ise kahir ekseriyeti oluşturan kesimin (çoğunluğun) alması karşısında, vergi ve ücret politikalarındaki eşitsizlik ve adaletsizliği gidermek için her hangi bir hamlenin yapıldığına hiç tanık oldunuz mu?
Küçük mutlu azınlığın sofrasında kuş sütü eksik iken, milletvekillerinden “kıymayı yarım kilo alın canım, domates ve biberden iki tane yeter ya, ne gerek var hem zararlı, ekmek mi, kuru ekmek mi, yoksa soğan ekmek neyinize yetmez, kasaptan et almak yerine kuzu alıp kesin! vb” gibi afaki, uçuk sözler dinlemeye mecbur değiliz diye düşünüyorum.
Kötü ile daha kötü arasındaki yapılan seçimi, demokrasi sanıyoruz.
Hakkımızı yiyenlerle, muhtemelen yiyecek olan (ancak şu anda gücü olmadığı için yiyemeyenler) arasındaki seçim midir demokrasi?
"Kendilerini elitlere karşı milletin gerçek evladı gibi sunarlar; çok güçlü duygusal çalkantılar yaratırlar; kabarttıkları bu duygusal çalkantıları kendi amaçları doğrultusunda manipüle ederler; devleti devlet yapan ilkelere ya tehdit oluştururlar veya tamamen çiğnerler." demiş J. F. Cooper.
‘Cehalet’ ve ‘sefalet’ demokrasi diye yutturulan sistemin temel yapı taşı halini almıştır, günümüzde.
Nitekim; "okuma oranı arttıkça beni afakanlar basıyor. ben her zaman cahil halkın ferasetine güveniyorum" demişti. 2016 yılında, Sabahattin Zaim Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Bülent ARI,
Yine bu ülkede Bakanlık yapmış bir muhterem; "Devlete hainlik edenlerin çoğuna bakın üniversite mezunu. Ne hikmettir bu okullardan bazen de böyle yamyamlar çıkıyor. Allah’a hamdolsun imam hatip gençliği güzel okuyor, önüne bakıyor, milletini seviyor, devletiyle de asla bir problemi yok.” bu şekilde, hem de bakan sıfatıyla resmi ağızdan böyle sözler etmesini,
Yine bir başka muhterem vekilimizin (bağışlayın adını bilmiyorum: “Okuma yazma oranı artıkça bizim oylarımız azalıyor!” sözlerini nasıl açıklamak gerekir.
Yani tekrarlayacak olursak geri kalmış ve ısrarla geri bırakılmak istenen ülkelerin siyasal iklimi Cehalet ve Sefalet ile beslenmekte…

Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.