Güneş ne zaman doğacak?

“Güneş doğacak” dediler.
Gerçekten de doğdu; binlerce kez, milyonlarca kez…
Ama her doğuşta bazı yerler aydınlandı, bazı evlere ise hiç ışık düşmedi. Güneşin hem ısıttığını, hem umut verdiğini, hem yaşamı mümkün kıldığını biliyoruz. Doğanın döngüsünü, mevsimleri, tüm canlıların yaşamını belirlediğini görüyoruz.

Fakat ya güneş bazı evlere hiç doğmuyorsa?

Hâlâ dumanı tütmeyen ocaklar varken…
Gecekondu barakalarda ışık sızmayan aileler yaşarken…
Merdiven altı işletmelerde boğaz tokluğuna çalışan insanlar varken…
Sabahın köründe güneşi görmeden işe gidip akşam karanlığında dönen emekçiler varken…

Kocaeli’ndeki bir kimya fabrikasında çıkan yangında cayır cayır yanan insanlar, yeterli iş güvenliği sağlanmadığı için hayatını kaybeden yüzlerce işçi… Tüm bunlar olurken, biz hâlâ hiçbir şey olmuyormuş gibi yolumuza devam mı edeceğiz?

Kadını, erkeği, genci, emeklisi…
Bu ülkenin çalışan milyonlarının tek bir derdi var:

“Ekmeğimizin peşindeyiz.”

Ama dışarıda ne olup bittiğini göremez hale geldiler. Hayat pahalılığı, enflasyon ve geçim derdi insanları öyle bir kıskaca aldı ki, ne güneşin doğuşunu fark edebiliyorlar ne batışını…

Bugün Türkiye’de milyonlar açlık sınırının altında yaşam savaşı veriyor. Sendika başkanlarının açıkladığına göre 17 milyon çalışanın büyük kısmı asgari ücretli. Bazısı sigortalı, bazısı sigortasız… Üstelik asgari ücretin dahi altında çalışan binlerce çırak, kalfa ve işçi var.

Çok ağır koşullarda çalışırken elini, kolunu kaybedenler…
Patronundan işkence görenler…
Evine ekmek götürmeye utananlar…

Ve şimdi soralım:

Bu insanların evine güneş ne zaman doğacak?

Asgari ücret görüşmeleri başladı. Ama daha en başından belli bir tablo var:
Komisyon, işveren ve bürokrasinin ağırlığında.
İşçinin, emekçinin sesini duyurabileceği bir yapı değil.

Konuşulan rakamlar yüzde 25–30 zam. Yani 27–28 bin TL…
Oysa açlık sınırı 30 bin TL’nin üzerinde.
Peki kiralar?
Elektrik, su, doğalgaz?
Mutfak masrafı?
Hastası olanlar, engellisi olanlar, okula giden 2–3 çocuklu aileler?

Bunlar abartı değil; resmi kurumların verileri…

Her gün televizyonlarda izlediğimiz yolsuzluk haberleri…
Yediemin depolarının soyulması…
Siyah poşetlerde taşınan paralar, dolarlar, külçe altınlar…
Bir bekçi ya da görevli suçlanıyor, ama kim inanıyor?
Bankayı soyan belli, devleti soyan da belli.

Bu ülkenin milyonlarca emekçisi yaşam mücadelesi verirken, büyük iş insanları umut dolu mesajlar veriyor:

“Daha dengeli büyüme bekliyoruz.” (Bülent Eczacıbaşı)
“Var gücümüzle üretmeye devam.” (Mehmet Cengiz)
“2025’te 300 milyon dolar yatırım yaptık, 2026’da devam edecek.” (Murat Özyeğin)

Türkiye büyürken, neden bu büyümeden emekçi pay alamıyor?
Neden makas bu kadar açılıyor?

Büyük yazarlarımız boşuna dememiş:

Ahmet Hamdi Tanpınar:

“Çalmak, servet yıkmak onlara yetmezdi; fakirin alkışı, duası ve gözyaşı da lazımdı.”

Yaşar Kemal:

“Şu dünyada ölüm var, yoksulluk var, zulüm var…
Eğme başını namerde; yüreğin var, dilin var!”

Yine de umudu diri tutmak gerek.
Er ya da geç güneş elbette doğacak.
Bir gün ışık herkesin evini, yüreğini ısıtacak.
Allah’ın “ümidinizi kesmeyin” diye müjdelediği gibi…

Kalın sağlıcakla.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
4 Yorum