Hem akıl hem vicdan

Son zamanlarda hem aklımızı hem de vicdanımızı sarsan dehşet dolu olaylarla karşılaşıyoruz. Tecavüz, kaçırma, öldürme gibi haberler, kamu vicdanında derin yaralar açıyor, insanlarımızın birbirlerine olan güvenini sarsıyor, ruh dünyalarında paranoyalara sebep oluyor.

Geçen sabah bir dostum telefon açtı. “Böyle bir ortamda hiçbir kimse başkasının çocuğunu dokunarak sevmemeli” dedi. Bir televizyonda, programcı kızına boks kursu alacağını açıkladı. Bazı medya paylaşımlarında, bu adi suçları işleyenlerin cezaevlerinde cezalandırılmaları alkışlanıyor, çoğu kişi de idam istiyordu.

Önce, böylesine insanın kanını donduran alçaklıkları işleyenlere ne ceza verilse azdır, çünkü nasıl bir ceza verirsek verelim bu, kaybettiklerimizi geri getirmeyecektir. Ancak, verilecek cezaların ağır olması, caydırıcı olacak, kimse böyle alçaklıkları yapmaya cesaret bulamayacaktır. Zaten hukukun da amacı bu değil mi? Hukuk olmasa toplumların hali nasıl olur? Ancak hukuk ile gönlümüzdeki adaleti karıştırmamak gerekir. Vicdanen çok haklı olduğuna inandığınız bir konuda hukuken haksız kabul edilebilirsiniz… Bunun için önce kanunî düzenlemeler yapmak, sonra da toplumdaki fertler arasında güveni tesis etmek gerekir. Yani hem tedbir hem de sevgi… 

Medyada gördüklerimiz, güvenlik tedbirleri ve cezalandırma istekleriyle dolu beklentiler: Bir an önce idam kanunu çıkarılsın; Çocuklarımız herkese mesafeli olsun; Kimse kimsenin çocuğunu sevmesin; Taciz suçu işleyenler hadım edilsin…

Ülkemizdeki bir tek çocuğumuzun, bir tek genç veya yaşlımızın başına gelebilecek her türlü felaket, şüphesiz hepimizi ilgilendirir ve kahreder. Ancak, ülkemizi, sanki dünyada tecavüz olaylarının en çok işlendiği ülkesiymiş gibi takdim etmek, hem ülkemiz insanına hem de ülkemize karşı büyük bir yanlış olur. Bu algı operasyonları ülkemize itibar kaybettirir, ülkemizi uluslararası alanda zor durumlara sokar. Bu konuda istatistiklere bakarak, kendimizi dünyanın sicili en kötü ülkeleriyle kıyaslamayı da aziz milletimize hakaret olarak görüyorum. Ancak bir tek taciz veya şiddet olayının bile hafife alınması veya karşılıksız bırakılması söz konusu olamaz. Gerekli en ağır cezaların verilmesi ve takip edilmesi şarttır.

İdam, insanlık tarihi boyunca, suç eğilimlerine karşı en caydırıcı ceza olmuştur. Bu yüzden, zaman zaman keyfi uygulamaların dışında, adam öldürenlere karşı uygulanabilecek etkili bir ameliyattır. Başkalarının yaşama haklarına saygı duymayıp öldürenlerin kendilerinin de yaşama hakları olmamalıdır. Ancak, iki binli yılların başında Avrupa Birliğine girmek için idam cezasını kaldıran Türkiye’nin, bu projeyi rafa kaldırmadan idamı geri getirmesi mümkün görünmemektedir. Geri getirilse bile, şu andaki suçlular, hukuk geri işlemeyeceği için, bundan yargılanamayacaklardır. Bu yüzden, bugünkü idam çağrıları (haklı duygulara karşı) en hafif tabirle, nabza göre şerbet vermekten başka bir şey değildir.

Kendisini çok sevdiğim, eski bir ilkokul öğretmeni hukukçu dostum, yıllar önce bir sohbetimizde bana “Avukatlık en çok para kazandığım meslek, ancak ben ömrümün en güzel yıllarını ilkokul öğretmeni olduğum yıllarda yaşadım. Düşünsene, pırıl pırıl sana ‘bir baba, bir amca’ olarak bakan melekler. İnsan o çocuklara neler vermez, onları nasıl sevmez, o meleklere nasıl kötülük düşünebilir? İyi ki o mesleği bugün yapmak zorunda kalmamışım. Şimdi onlara dokunursan, meslek hayatın da insanlık şerefin de sona erebilir” demişti. 

Şu anda insanlar arası ilişkilerin nasıl vahim bir durumda olduğunun farkında mısınız? Gelecekte toplumun bir parçası olmasını istediğimiz çocuklarımıza bütün erkeklerden uzak durmasını söylüyoruz ve bütün erkeklerin potansiyel birer sapık olarak algılanmalarına zemin hazırlıyoruz. Toplumda –âdeti ne kadarsa-hasta ruhlu insanı örnek göstererek bütün insanları zan altında bırakmanın ve çocukları sevgi ve şefkatten mahrum bırakmanın insanlığa bir faydası var mıdır? Sorumlu ve cesur insanların izlemesi gereken yol; şiddete karşı direnmek mi, yoksa yelkenleri suya indirerek ona teslim olmak, insanlığı, korkudan, birilerinin kötü emelleri doğrultusunda yanlış yönlendirmek mi?

Ayrıca toplumdaki yanlışları bireysel tedbirlerle önleyemezsiniz. Kendi çocuklarımıza savunma sporları öğretmekle de bu işi bitiremezsiniz. Olay “senin çocuk, benim çocuk” değil. “bizim çocuklarımız”dır. Hepimizin fabrika ayarlarına dönmemiz, eğitimde, sosyal hayatta, iş hayatımızda aksayan yerleri tespit ederek olmamız gereken yerde durmamız gerekir. Evet, tarihin her döneminde olduğu gibi bizde de iyiler ve kötüler var. Bize düşen; bütün insanlığı veya cinsiyeti suçlayan paranoya yerine, dostluk, sevgi, saygı, hürmet gibi bizi biz yapan duygularımızdan asla taviz vermeden, hukuk ve vicdan çizgisini aşmadan, içimizdeki çürük elmalara karşı da mesafeli ve önleyici hareket etmek ve cesur olmaktır. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.