Mehmet KIZILASLAN

Mehmet KIZILASLAN

Osmanlı Sultanları da Hesap Verirdi

Bu yazımda sizlere dokunulmazlıklar konusunda günümüzde yapılan yanlışları anlatmaya çalışacağım.

Cumhur başkanımızın, vatan hainliği dışında yargılanamayışını.

Başbakanımızın ve Bakanlarımızın, Büyük Millet Meclisinden izin çıkmadan dokunulmazlıklarının kaldırılmayışlarının.

Millet Vekillerimizin, Vekillikleri bitmeden, hiçbir suçtan dolayı yargı karşısına çıkarılamayışına, bir anlam veremiyorum.

Örneğimizin, gerçekten İslam ve Osmanlı adaleti olduğunu düşünenlere, söyleyenlere, aşağıdaki alıntı. İnşallah ders olur.

Osmanlı Sultanlarını anlatan ders kitaplarında, onlardan bahsederken “Asarlar, keserler” diye yazar, “üstelik kimseye de hesap vermezler” diye.

Ama bu doğru değildir. Güneş balçıkla sıvanmaz ya, İşte sadece bir kaç örnek:

Bir şeyhülislâm, Zembilli Ali Cemali Efendi, padişahın ,Yavuz Selim, karşısına dikilebilmiş, “Seni kılıcımla doğrulturum” diyebilmiştir..

Bir kadı, ilk İstanbul Kadısı Sarı Hızır Çelebi, minderinin altına sakladığı demir topuzu/gürz padişaha, Fatih Sultan Mehmet, gösterip, “Padişahlığına güvenip hükmümü dinlemeseydin billahi bu gürz ile başını ezerdim” diyebilmiştir.

Bir başka kadı, Bursa Kadısı Emir Sultan, Yıldırım Bayezid gibi öfkesi burnunda genç bir padişahı, “Namazlarını cemaatle kılmadığın için çıkan ‘bi-namaz’ söylentisini giderene kadar şahitliğini kabul etmiyorum” diyerek mahkemeden âdeta kovabilmiştir.

Konuyu biraz açalım mı ne dersiniz?

Düşünün ki, son padişahlar bile cuma namazına giderken “talebe-i ulum”dan bir grup bir ağızdan şöyle bağırırlardı: “Mağrur olma padişahım, senden büyük Allah var!”

Padişahların en büyüklerinden, en cihangirlerinden, en sertlerinden bir tanesi, Yavuz Padişah, “Hâkimü’l-Haremeyn” unvanı karşısında ürpertiler geçiriyor, dayanamıyor. Kendini secdeye atıyor. Sonra melûl, mahzun doğruluyor ve hutbedeki hatibe,-- “Hâkimü’l-Haremeyn değil, ---Hadimü’l-Haremeyn” Mekke ve Medine’nin hizmetkârı. Diyerek kendi kendini, Harem-i Şerifin hizmetkân ilân ediyordu.

Osmanlı sultanları hiçbir zaman “mutlak” olduklarım kabul etmemişler, ettirmeye de çalışmamışlardı. Aksine, ulemaya tabi olmuşlar, büyük hesap gününü her zaman göz önünde bulundurmuşlardır.

Padişahların hukuka bağlılıklarını gösteren örneklerden, Kanuni Sultan Süleyman devrine ait bir örnek üstünde duracağım. Bu çok enteresan bir olay; ama önce biraz ayrıntı vermem gerekiyor.   

Osmanlı (ve tabii ki İslâm) hukukunda, vakıf malların kira bedelleri, her sene yeniden ayarlanırdı (ecr-i misil).

Teklif edilen kirayı dükkân sahibi kabul etmezse, dükkânı boşaltırdı. Bahsedeceğim olay da işte bu konuda açıktır.

Ayasofya Vakıfları'na ait dükkânların kira bedelleri vakıf tarafından bir miktar yükseltilmişti. Kiracılar itiraz edip mütevelliler kanalıyla Kanuni Sultan Süleyman’a müracaat ettiler:   

“Vakfın son derece zengin olduğunu, dükkânların mevcut gelirinin giderlere fazlasıyla yettiğini, kira bedellerinin artırılmasına gerek bulunmadığını, kendileri de Müslüman ve muhtaç oldukları için, vakfın bir miktar parasının üzerlerine geçmesinde dinen mahzur olamayacağını” öne sürdüler.

Kanuni, merhameti öfkesine galip bir padişahtı. İnsanların mağdur olmasına da hiç dayanamazdı. Mütevelli heyeti dinledikten sonra, kira bedellerinin bu senelik yükseltilmemesi için ferman verdi.

Mütevelli heyet, padişah fermanını güle oynaya Şeyhülislâm Ebussuud Efendi’ye götürdü. Zira “gereğinin yapılması” kaydıyla fermanı kadılara gönderme görevi ona aitti.

Ebussuud Efendi, fermanı okur okumaz itiraz etti: “Bunu tamim etmezem. Padişah fermanıyla kira tespiti yapılamaz. Zira padişahın emriyle nâmeşru (yanlış) olan şey meşru (doğru) olmaz; haram olan nesne, ferman ile helâl olmak yoktur. Bu hususlarda emr-i şer’-i şerif (dinin emri) budur. Şer’i hükümlere vâkıf iken onları ketmet-mek, Kur’an’daki bir âyetin tehdidine maruz kalmaktır.”

Durum padişaha arz edildiğinde koca Kanuni boynunu büktü: “Şeyh’in sözü haktır!”       

Osmanlı'yı, kendi çağının önderi ve örneği yapan şey, işte bu kılı kırk yaran, hukuk anlayışıydı.

Hukuka önce padişahların uyma zorunluluğu vardı.

Osmanlı'nın kuruluş ve var olma sebebi İla-yı Kelimetullah iken, ve bir karıncanın bile hakkını çiğnemekten çekinen Sultanları var iken, nasıl oluyor da onlar hakkında ders kitaplarında hiç olmadıkları insanlar gibi gösteriliyorlar.

Bir tarafta İla-yı Kelimetullah, öteki tarafta hiç hesap vermezmiş gibi yazılan, Osmanlı sultanları, Bu iki zıt kavram aynı anda barınmazlar. Kaldı ki sultanların yaptıkları da yazdıkları da aynen İla-yı Kelimetullah için yaşadıklarını, kitaplarda yazılanları tam aksine herkesten çok 'hesap' vermeye özen gösterdiklerini, üstelik çok ince detaylandırılmış bir hesap verme kavramı vardır.

Kula verilecek hesap.        

Mahlukata verilecek hesap.    

Yaratan'a verilecek hesap.        

Hesap gününde verilecek hesap.   

Atalarına verilecek hesap.     

Efendimiz aleyhisselama verilecek hesap.       

Ümmete verilecek hesap.    

Gayrimüslimlere verilecek hesap.  

Ecdadımız Osmanlımız, hesap verirdi, hem de en alasıyla ve alnı açık olarak hesap verirdi.)))

Haydi dostlarım bu parantez içindeki alıntı yazıyı okuduktan sonra günümüz dokunulmazlıklarını yeniden düşününüz. Bir anlam vere bilecek misiniz bakalım. Osmanlı ve Müslüman anlayışına uyup uymadığı kararını vermeniz vicdanlarınızın görevidir.

( İla-yı Kelimetullah: Kuranı kerim ve hükümleridir.)

Not. Bu yazı iki gün önce hazırlanmış olup bu gün gazetelere servis edilmiştir. Ancak dün 18/02/2016 tarihindeki Ankara’nın kalbindeki terör olayı, sadece teröristlerin işi olamayacak kadar büyüktür. Büyük olasılıkla iç işlerine karıştığımız ülkeler tarafından tezgahlanmıştır. Rabbim Ülkemizi ve üzerinde yaşayan tüm iyi niyetli canlıları korusun.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.