Petrol ve Bor’un mukayesesi!

İngiltere eski Başbakanlarından Churchill’in Avam Kamarası’nda ifade ettiği ‘Bir damla petrol, bir damla kandan daha kıymetlidir sözünü bizatihi duyan nesiller çoktan bu dünyadan göç ettiler.

Elde, okuyarak bilgi sahibi olanlar bulunuyor.

Geçtiğimiz yüzyılın ilk yıllarında petrol, bugün olduğu gibi herkes tarafından ve kıymeti bilinen bir şey değildi. Ancak 19. Yüzyılın sonlarına doğru İngilizler, petrole sahip olanların büyük güç kazanacağına kesin gözüyle bakıyor ve Osmanlı Devleti ile İran’ın petrollerini çoktan hedefleri arasına alıyordu. Bu yıllarda Amerika’nın meşhur Standart Oil’in kurucusu Rockefeller, 19. yüzyılın ikinci yarısında petrolü küçük şişeler içerisine doldurup “romatizma ilacı” olarak Amerika’nın her tarafında yutturmakta ve iyi paralar kazanmaktaydı.

Yine bu yıllarda birisinin çıkıp; “bakın beyler, petrol denen bu kara sıvı ilerde rafine edilecek ve bu kara sıvıdan gazyağı, mazot ve benzin gibi beyaz ürünler elde edilecek, dünyanın her tarafı asfalt yollarla kaplanacak ve bu yollarda milyonlarca otomobil mazot ve benzin yakarak yol alacak" deseydi ne kadar inandırıcı olurdu?

Şurası kesin ki o yıllarda sanayi devrimini, buharın makineye uygulanışını çok geç kavradık. Odunun kömüre nazaran tartışmasız bir önemi ve üstünlüğü kabulü vardı. Bu nedenledir ki Anadolu insanı kömürle, cumhuriyetin ilanından sonra tanıştı. 1856’da Kırım savaşı sırasında bile Zonguldak kömürlerine el koyan müttefiki İngiliz ve Fransızların, savaş gemilerinin bile bedavadan kullandığı kömürler uyandırmamıştı koca devi.

Niçin?

Bilgisizlik ve gaflet değilse nedir?

Oyunu kurgulayanlar, “bir damla petrolün bir damla kandan değerli olduğunu” ileri sürecek kadar barbardılar. Oyunu kurgulayanlar, yazdıkları komployu oynayan ve oynatan hanedanlıkların ve onların finansörlerinin (Rockefeller, Rothschild) ellerinde devletler, oyuncak olmuştu. Önce bizim Anadolu’muz, onların Küçük Asya dedikleri asla Avrupa saymadıkları topraklar, sonra Ortadoğu, sonra Avrupa ve daha sonra Uzak Doğu, bir damla petrol için milyonlarca gövde dolusu kana değişildi.

20. yüzyılın ilk çeyreği bittiğinde elimizde kalan, petrolü alınmış Osmanlı topraklarıydı. Anadolu dışında kalan Osmanlı topraklarında sınırlar adeta harita üzerinde cetvelle çizilmiş ve her petrol bölgesinde ayrı bir sömürge kurulmuştu. Aradan geçen zamanda bu sömürgelere bir bir bağımsızlık verildi. Sömürge olmaktan kurtulduğunu sanan kukla yönetimler, kamufle edilmiş sömürü altında bağımsız yaşadıklarına inandılar.

20. Yüzyıl, petrolün üstüne oturmuş emperyalizme başkaldıranların tepelerine atılan bombalarla noktalandı.

21. yüzyıl da bu kirli savaş sahnesiyle açıldı.

Afganistan, Irak, Libya, Suriye’de milyonlarca insan yok sayıldı…

Bütün ülkelerin petrol ve madenlerini çaldılar, gasp ettiler.

Amerikalıların PKK lideri Öcalan’a İmralı’dan fısıldattıkları Genişletilmiş Misakı Milli (Musul-Kerkük’e ilave olarak Süleymaniye, Erbil, Dohuk, ve Zaho) havucuyla K.Irak petrolü peşinde koşturulduğumuz günler geride kaldı.

Birinci Dünya savaşından sonra İngiliz’in sana vermediği Musul ve Kerkük petrollerini, Öcalan sayesinde alacağını sananlar yine çırak çıktılar.

İngiliz’in vermediği toprakları, ABD neden Türkiye’ye verecekti.

Kavrayamayanlar kimdir?

Kavrayamadığı halde bu havucun peşinden koşmamız gerektiğini anlatan siyaset mühendisleri, şimdi ülkenin içinde bulunduğu şartların nereye evrileceğini de biliyorlar mıydı?

Nerede Musul ve Kerkük petrolleri?

Kerkük petrolünün üstüne Barzani oturtulmadı mı?

Onlar vermeye değil, almaya programlandırıldıkları için şimdi de dualı Anadolu toprakları ve bu topraklarının derinliklerindeki madenlerimizle ilgileniyorlar.

Yeni trend; bir çay kaşığı BOR, bir damla KANDAN üstün mü?

21. yüzyılda Bor’un enerji hammaddesi niteliğini kazanması ve ülkemizi bir kez daha hedef ülke haline getirmiştir.

Yakın gelecekte, her türlü enerji ihtiyacının giderilmesinde başta ABD olmak üzere bor kaynaklarına ihtiyaç duyacaklardır. Hemen söyleyelim, Avrupa kıtası bu kaynaklar açısından yüzde 100 dışa, Türkiye’ye bağımlı olacaktır.

Bor ürünleri; cam, tarım, kimya, deterjan, seramik, metalürji, nanoteknolojiler, otomotiv ve enerji, elektronik ve iletişim, uzay ve araçları, nükleer uygulamalar, askeri araçlar, yakıtlar ve inşaat gibi alan ve sektörlerde kullanılmaktadır. İhtiyaçların saf bordan karşılanmaya başlandığı sürecin en başından itibaren ABD ve Avrupa ülkeleri Churchill’in petrol için; “Petrol elde etmenin iki yolu bulunmaktadır. Ya barış içinde deniz taşımacılığı ile gidermek, ya da savaş yaparak elde etmek” dediği gibi Bor’u elde etmenin de iki yolu olacakmış gibi görünüyor…

Dünya bor rezervlerinin yüzde 73’ü (3,3 milyar ton) Ülkemizin Eskişehir, Kütahya ve Balıkesir bölgelerinde bulunmaktadır. “Suyun ayrıştırılması ve kömürden elde edilen hidrojenin depolanması, taşınması patlama özelliğinden dolayı riskli bir üründür. Elde edilen hidrojenin taşınması, depolanması bor madeni sayesinde kolay hale gelmiş olması, yakıt pilleri sistemi, hidrojenin araçlarda enerji kaynağı olarak kullanımının önünü açmıştır. Yakıt pilleri sistemi, hidrojeni elektrik enerjisine dönüştürmekte, elde edilen elektriğin kullanıldığı doğru akımlı elektrik motoru sayesinde aracı hareket ettirmektedir. Yakıt pilleri, fosil yakıtlardan daha pahalı elde edilen, depolaması ve nakli zor olan hidrojenin bu dezavantajını ortadan kaldırmıştır”

Bu asrın mucize madeninin bor olduğu ve olacağına şüphe yoktur. Rezerv ve üretim açısından tekel durumunda olduğumuz bu madenin dünyaya arzını, patates, soğan işine çevirmeden yapabilmek esas olmalıdır.

Birinci savaşta, bıraktığımız topraklardaki petrolün arkasından bakakalmıştık. Tarihin tekerrür etmesine ihtiyacımız yoktur. Bu ürünü korumak için siyasi, ekonomik ve askeri yönden çok güçlü olmamız gerektiği hususunu anlatmaya gerek var mı?

Orta Doğu petrolleri için yakılıp yıkılan ülkeleri henüz unutmadık. Yakan ve yıkanlar bellidir. Bu madenin, petrol kadar stratejik bir ürün olması sebebiyle uluslararası çetelerin, ülkemiz üzerindeki oyun planlarını görmek hem iktidarın hem de muhalefetin görevidir.

Bor, devletimizin güveliğini birinci derecede ilgilendiren, stratejik bir ürün haline gelmiştir.

İçinde bulunduğumuz durumu yeterli olarak göremeyiz. Hedef, daha çok çalışıp daha çok üretmek ve bu sayede de daha çok güçlenmektir.

Kişi başına düşen milli geliri 5 yılda 15 bin dolarlara getirmek önceliğimiz olmalıdır.

Bu toprakları ve altındaki zenginlikleri korumak, elbette ki güçlü bir ordu ile mümkün olabilecektir ama adaleti sağlıklı işleyen, eğitimde milli politikalara dönüş yapılarak ve çağın şartlarına uygun, beyin göçünü tersine çevirmiş ve ekonomisi güçlü bir Türkiye ile mümkün olabilecektir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
7 Yorum