Tam da yaraya parmak basmış!

Öğretmenlerim, merhaba olan, eğitim sorunları üzerine dert edinen fedakâr eğitim emekçisi arkadaşlarım, sanki yaraya parmak basmışlar.
Nasıl mı? Ne mi dedin bana, demeyin?
Bir selam verdik, bir ah işittik misali.

Aman ha, zannetmeyin öğretmenlerim; kendi kişisel mesleki sorunları ve özlük haklarındaki konuları, dertleri konuşacaklar!
Değil. Emekli öğretmenlerin adına yaptırılan sosyal tesis veya uygulamalı akşam sanat okulu adıyla geçen öğretmenevlerindeki konaklama vb. misafirlik hizmetlerinin fahiş ücretleri mi?
O da deği!

Kendisini çok sevdiği öğretmenlik mesleğine adamış, değerli öğretmenim, onları çoktan aşmış bile!
Benim öğretmenimin derdi, üzüntüsü, yüreğinin parçalanması; bu ülkede her gün, her sabah okumak için evinden çıkan 19 milyon öğrencinin ne yediği ne içtiği, nasıl beslendiği.

Öğretmenimi derin derin düşündüren temel sorun bu. Çok acı ama gerçek. Yapılan araştırmalarda—evet yanlış duymadınız—okullarda okuyan 19 milyon çocuğumuz, gencimiz, delikanlı ve kız evladımızın dörtte biri okula aç geliyormuş. Kahvaltı yapmadan okula gelen çocuklar, öğrenciler var bu şehirlerde, bu memleketlerde.
Takriben bu öğrenci sayısı: 19 milyonun dörtte biri, yaklaşık 4–4,5 milyon öğrenci eder.

“Okula asla kahvaltısız çocuklarımı göndermem” diyen; çocuklarını devlet okulu değil de çok yüksek ücretleri ödeyen, ekonomik refah seviyesi seçkin velilerin çocuklarının beslenme, eğitim vb. alanlarda yaptığı cömertçe harcamaları da bir düşünün… Belediye başkanı, milletvekili, bakan, bürokrat çocuklarını da bir düşünün. Daha çevrenizde hangi velinin çocukları nerelerde okuduklarını, sağlıklı, yüksek protein- ve kalori ağırlıklı nasıl beslendiklerini bir göz önüne getirin; bir de okuluna her sabah kahvaltı yapmadan, aç gelen, yüzleri sararmış, solmuş, çok çabuk hasta olan, çelimsiz, bakımsız çocukları bir düşünün. Ve birazcık vicdan muhasebesi yaparak empati kurun.

İşte yüreği insan sevgisiyle dopdolu olan öğretmenim, bu empatiyi her gün, her ders saatinde yapıyor. Her gün içini yaralayan; bu yeterince beslenmeyen, hasta, çelimsiz, direnci zayıf kalmış öğrencileriyle baş başa kalıyor. Ya kendi kişisel imkânlarıyla üç beş öğrencisine yardımcı oluyor beslenmelerine; ya da geriye kalan 4–4,5 milyona varan bu talihsiz öğrencilerimiz kendi kaderleriyle baş başa kalıyor.

Oysa her seçimde bizim büyükşehir belediye başkanı adayları; halkın huzurunda, “Benim başkanlık yaptığım bu ilde yatağa bir tek aç öğrenci girmeyecek” vaatlerini duyuruyorlar. Bunu duymayan, bilmeyen kaldı mı? Hiç başka illere, başka bölgelere gitmeye, bu vaadin tam hakkıyla gerçekleşip gerçekleşmediğini sormaya gerek yok. Biz önce içinde yaşadığımız Aydın şehrine bakalım.

Örnek mi istiyorsunuz? Yüzlerce, binlerce bu durumda, çok kötü, yetersiz beslenen öğrencimiz var. Bilhassa okula giden her yaşta evlatlarımıza, hatta torunlarımıza karşı çok duyarlıyım; eski bir öğretmen olarak sabah kahvaltısını çok önemserim. Kahvaltıda peynir, zeytin, bir domates, bir yeşil biberin yanında—olmazsa olmaz—mutlaka bir yumurta yemelerini tavsiye ederim. Tabii vücut enerjisi ve zihinsel fonksiyonlar için kuru yemişlerden; bir iki kuru incir, bir iki kuru kayısı, hurma... Bunlar yoksa o küçük avuçluk bir avuç siyah kuru üzüm, iki–üç ceviz, badem, fındık yemeleri; sağlıklı beslenen bir gençliğin geleceğimiz için bir değer ve umut olduklarına yürekten inanırım.

Sakın ha bana demeyin: “Sabah sabah açık büfe kahvaltıya mı davet ettin bizi?” ya da “19 çeşit, yenmeyip yarısı çöpe dökülen serpme kahvaltı salonu ama davetliyiz” demeyin. Verdiğim bu örnek kahvaltı menü programlarına ekonomik bütçesi uygun kesimler elbette gidecektir. Para var, çözüm var! Keyif benim, zevk benim... Kafam ne eserse, canım neyi çekerse onu yer içerim. Sana ne kardeşim? Bu memlekette demokrasi var… Hâlâ demokrasi kültüründen nasibini almamış, çağdaş bir kafa olmayan cahil, geri kafalılar var bu memlekette. Tamam, tamam, bir şey demedim, sen de haklısın dostum.

Oysa bizim derdimiz başka: her gün her sabah evinden okuluna giden, en az 3–4 milyonunu kahvaltı yapamamış olan aç çocuklar… Ve o yavrularımıza imkân veya imkânsızlıklar nedeniyle sabah kahvaltı yaptırmayan en az 3–4 milyon öğrenci velisi—anne, baba… İşte acı olan bu! Ülkedeki eğitim gerçeği bu.

Yeterli yakıtını ve kaliteli oktanını alamayan bir otomobil, hafif bir rampa veya yokuşta arkadan, egzozdan kara duman çıkarmaya başlar. Motor bir yerde çekmeyince stop edip orada kalır. İşte sevgili öğrencilerimiz, gerçekten sağlıklı beslenemeyip temel gıdaları alamadıkları zaman ya çok sık hasta olacaklar ya da derslerinden gereken başarıyı gösteremeyecekler.

Benim tanık olduğum birkaç örnek vermek gerekirse: Aydın—Efeler ilçesindeki okulların önünden geçiyorum. Öğrenciler de ya öğle paydosundalar, bilmiyorum. Çocuklar acıkmış halde—5–6 kız öğrenci—hemen okulun yanındaki bir apartmanın zeminindeki, etrafı açık otopark yerindeki beton zemine gelişigüzel oturuverdiler. Beton zemine eski bir gazete sererek ellerindeki büyük cips paketini döktüler. Hepsi beton zemine oturmuş vaziyette, bir eliyle cips yiyorlar, diğer elleriyle de kola veya gazoz türü meşrubatlar içiyorlardı. Bir öğretmen yüreği dayanamadı.

“Çocuklar, afiyet olsun; bayağı çok acıkmışsınız galiba,” dedim. “Ben size karşı gözlemeciden gözleme yaptırayım, sıcak sıcak; yanında ayranla birlikte yeseniz, nasıl olur?” dedim. Çocuklar, o anki neşe şamata içinde belki gözlemeyi bekleme konusuna isteksiz kaldılar. Ben gene soğuk betona oturmuş yavrularımıza, “Yavrum beton çok soğuk, bakın havalar biraz serinledi, aman dikkat edin; hasta olmayın,” dedim. Bir kızımız, çocuk saflığında, “Amca, amca bana bir şey olmaz; ben Ağrılıyım, soğuk memleketten geldik; biz ne soğuklar gördük,” dedi. Sözüne epey düşündüm. Hazır cevap, medeni cesareti yüksek bu öğrencilerimize başarı dileklerimle ayrıldım.

Bir başka iki erkek öğrencimiz: Birinin elinde sadece bir kuru simit vardı; arkadaşıyla birlikte bölüşüp yediklerini tanık oldum. Pek çok öğrencimiz okul öğle aralarındaki yeme içme, beslenme ihtiyacını hemen etraftaki pilavcı, ta oradaki unlu mamulleri satan yerlerden—tost, gözleme yapan yerlerden—karşılıyor. Yani çoğu öğrencimiz kaliteli beslenmeden çok uzak halde. Ve çocuklarımız ağırlıklı olarak hep cips, simit, poğaça, açma, börek, gözleme, tost gibi hamur ağırlıklı besleniyor ya da mecbur kalıyorlar.

Bizim büyükşehir belediyelerinin seçim önü “insan, eğitim, okul, gelecek nesiller” ağırlıklı söz ve vaatleri havada asılı kalıyor. Ama ağırlama, uğurlama, kokteyl ve kutlama... Konser sanatçılara verilen çılgın paralar... Festival belediyeciliğinden uyanıp silinip—Aydın gibi ekonomik refah seviyesi yüksek bir şehirde—kahvaltı yapmadan okula gelen çocuklar, akşam yatağa aç giren çocuklar; insanım diyen vicdanlı yüreklerin içini yaralarken... Vur patlasın çal oynasın! Tempo, tempo... Aç müzik... Yıkılsın şu Aydın’ın caddeleri, meydanları! Bir elinde ayna, umurunda mı dünya? Ve bu dertlerle yanıp tutuşan veliler, anne babalar; bu çileleri her gün yaşayan fedakâr öğretmenler; çaresiz idareciler!

Bu gerçeklere rağmen asla umutsuz değiliz. Eğitim için sevindiğim hayırlı bir hizmeti burada anmadan geçemeyeceğim. Bir önceki dönemde Aydın ilimize hizmet eden değerli Aydın Valisi Sn. Hüseyin Aksoy Bey, vilayetin şehrimizde görev yapan valilerin dinlenmesi için tahsis edilen Özel İdare’ye ait Didim ilçemizdeki dinlenme tesislerini satarak; o misafirhane veya dinlenme tesisinin parasıyla Aydın’da sevgili yavrularımızın eğitimi için çok güzel bir okul yaptırdı. Sn. Valimiz Hüseyin Aksoy’a yürekten teşekkür ediyorum. Sn. Valim şimdi nerede? Eskişehir’de. Evet, şu an görev yeri Eskişehir olabilir. Ama Aydın’a böylesine anlamlı bir hizmet ve eğitim kurumu kazandıran Sn. Valimiz Aydın’da gönüllerde. İnşallah bu ve buna benzer eğitim hizmetleri çoğalır.

Kahvaltı yapmadan okula gelen bir tek öğrenci kalmaz. Her öğrenci sabah mutlaka bir yumurta, iki incir, iki kayısı, biraz ceviz, fındık, badem yemeyi unutmaz. Hele süt—süt ürünleri... Bal, pekmez, pestil... Annelerimiz, ninemiz benim oğlum, benim kızım, torunlarım yesin diye özel bu yiyeceklerin hazırlıklarını yapardı.

Hep doğal ve organik gıdalardı. Şu an marketlerde ne idüğü belirsiz, bin bir çeşit renk renk gıdalar, şekerler, bisküviler, çikolatalar... vb.

Değerli okuyucularım; bu yaraya parmak basmak, bu derdi dillendirmek için hem şahsi gözlemlerim, pek çok tanıdığım öğrenci velisinin ve her zaman görüştüğüm sevgili öğretmen arkadaşlarımın tespitleri yanında; konunun öznesi sevgili öğrencilerin durumu—bütün bunları seslendirerek 19 milyon öğrencimizin bütününe, ayrımsız, onların sesi olmak istedim. Bir nebze de olsa o öğrencilere borcumu ödeyerek sevgi ve vefa göstermek istedim.

Ama esas tam yaraya parmak basmış olan, her gün kutsal eğitim mutfağında çırpınan öğretmenlerimin şu tespit ve değerlendirmeleri; “Türkiye Yüzyılı” büyük laflar eden, “büyük işler başardık, eğitimde çok büyük reformlar yaptık” diyenlerin, okula kahvaltı yapmadan giden aç çocuklarımızın acıklı durumu karşısında belki bakanlık yetkilileri için ilham kaynağı olur inşallah. Madde bağımlılığı ve dijital bağımlılık sarmalında çok sıkışmış duruma düşen milli eğitim davamız her yönüyle sorgulanmalıdır. Eğitilmiş, ülke için iyi meslekler edinmiş, iş ve aş sahibi, geleceğe güvenle bakan bir gençlik hazırlayıp yetiştiremediğimiz müddetçe toplumda suç örgütleri ve suçlu insan gruplarında patlama yaşanacaktır. Her suçu bir polis ve bir savcı ile çözemezsiniz. Kendi ellerimizle toplumun huzur ve sosyal barışını tahrip eder hale düşeceğiz.

Öğretmenlerimizin tespit ve uyarılarına kulak verelim. Ne dersiniz?
Kalın sağlıcakla.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
6 Yorum