Türkiye’nin geri kalmışlığında ABD’nin etkisi ve rolü

Sosyal, hukuk ve üniter bir devlet, gerek tarımsal gerekse sanayi alanında, eğitimde, kültürel etkinliklerde, her sahada ne yapması ya da ne yapmaması gerektiği konusunda, hiçbir ülkenin ve devletin önermeleri, teklifleri, dayatmaları ve hatta zorlama ve baskıları ile karar veremez ve vermemelidir.

Her ülke ve devlet, kendi iç işlerinde kimseye bağımlı kalmadan; kendi hava, arazi ve coğrafi koşullarına, olanak ve yeteneklerine uygun olarak hazırladığı programları uygular.

Ancak Türkiye’de iktidar sahipleri, her nedense, dış, özellikle de ABD’nin dayatma ve zorlamaya varacak derecedeki ağır baskılarına göre hareket etmiş, kendi ulusal politikalarını bir türlü uygulama imkan ve fırsatı bulamamıştır.

Neredeyse ABD “Otur !“ deyinde oturmuş , “ Kalk! “ deyince kalkar duruma gelmişiz. ABD , “ Haşhaş ekimini yasakla! “ Demiş. Hükumet derhal yasaklamış. Rahmetli Bülent Ecevit, ABD’nin kuklası olmadığımızı, ABD’nin gözüne sokarcasına anlatmış ve haşhaş ekimini serbest hale getirmiştir.

Gene, rahmetli Ecevit, ABD, İngiltere ve Avrupa ülkelerinin ağır baskılarına rağmen, 1974 Kıbrıs Barış Harekâtını gerçekleştirmiştir.

1960 öncesi Türkiye’ de nüfusun % 70-75’ i kırsal kesimde yaşıyor ve sahip olduğu toprağında kendi yağı ile kavrulup, geçinip gidiyordu. Kimsenin kulu kölesi de değildi. Kendi arazisinde, tarlasında, kendi işinin patronu ve işvereni idi…

Ancak okyanus ötesinden gelen Dış Güçler (!) içişlerimize karışmaya, önümüze o anda göremediğimiz, bilemediğimiz ve ileride Türk Toplumunu potansiyel çağdaş köleler ve ucuz işgücü haline getirecek tuzaklar kurmaya başlamışlardı.

Dediler ki : “ Türk toplumun % 70- 75’ i kırsal kesimde yaşıyor. Bu durum bir geri kalmışlık göstergesidir. Bu kötü görüntüyü yıkmanız ve bundan kurtulmanız gerekir.

O tarihlerde, Türk Toplumunun % 70-75’ i kırsal kesimde yaşıyordu. Ama 1 TL. 2 ABD Dolarına eşitti.

Ortası delikli 40 Para ( 1 Kuruş ) , 100 Para ( 2,5 Kuruş ) tedavülde ( dönüşümde ) idi. Biz çocuklar, o 100 para ile 1 kese kâğıdı dolusu Sakız Leblebisi alıyorduk.

Kırsal kesimde yaşıyorduk, ama çok mutlu ve huzurlu idik.

Ülkemiz o zamanlar “ Eski Türkiye idi ve Eski Türkiye’de “ bolluk, bereket, ucuzluk vardı. Şimdi ki “Yeni Türkiye’de “ tek haneli rakama indirilmeye çalışılan çift haneli enflasyon da yoktu. Etin Kilosunu 150 Kuruştan alıyorduk. Yumurta 5- 10 kuruş idi.

Şehirlerimizin nüfusları da bugünkü kadar artmamıştı. Alt yapı ve trafik sorunları da öyle içinden çıkılamaz durumda değildi. Ankara’nın nüfusu, 1950’ de 820 bin, 1960 ‘da 1 milyon 300 bin idi. İstanbul’un nüfusu 1950’de 1 milyon 200 bin, 1960’ da 1 milyon 900 bin idi.

ABD’li tuzak kurucuları dediler ki : “ Nüfusun büyük çoğunluğunun kırsal kesimde yaşamakta oluşu, geri kalmışlık alametidir. Bundan kurtulmanız gerek.

O zaman Türkiye’yi yönetenler de sordular : “ Tamam. Peki, ne yapmamız gerek? “

ABD’li, çok kötü amaçlı akıl hocaları : “ Nüfusu kırsaldan şehirlere taşıyın, göç ettirin. Nüfusun çoğunluğu şehirlerde yaşamalıdır. Şehirlerin kapılarını gençlere açın. Şehirlerde gençler çok iş ve imkân yaratın.” dediler.

Biz yönetenler de : “ Alçaklara karlar yağmış üşümedin mi? Sen bu işin sonunu düşünmedin mi? “ Türkümüzü doğrularcasına, ABD ne derse onu yaptılar ve Türkiye’miz, sürekli inişli çıkışlı süreçler yaşadı.

Halk Ozanımız Yunus’ un deyişi misali; “ Gah eserim yeller gibi, gah tozarım yerler gibi”, zaman oldu 70 Cent’e muhtaç olduk. Zaman oldu hazinemizin kasalarındaki, altın ve döviz stoklarımız nasıl ve neden olduğu, kimin ya da kimlerin yaptığı bilinmez bir şekilde uçup gitti ve tamtakır oldu. Soranların da başına gelmedik iş kalmadı.

Ne zaman ve nasıl çıkacağız düzlüğe?

Allah aşkına!

Sizler! Bu ülkeyi yönetmeye talip olanlar!

Doğruları gizlemeyin halktan.,

Yapmayın ABD’nin her dediğini.

Geçmişi hatırlayın ve bugünü de geçmişle karşılaştırarak karar verin! Aksi takdirde, tarihi ve vicdani sorumluluktan kurtulamazsınız.

2. Büyük ve korkunç savaşın bitiminde, Aralık 1945 yılında, dönemin Sovyetler Birliği’nin başı olan Stalin, Kars ve Ardahan şehirlerini, Sovyetler Birliği’nin birer üyesi olan Ermenistan ve Gürcistan’ a ait olduğu iddia ve gerekçesi ile, Türkiye’ den resmen istemiştir.

O zaman, Sovyetler Birliği ile olası bir savaşa karşı hazırlıklar yapılmış, yedekler askere alınmış, Doğu sınırlarımızda, özellikle de Kars yöresindeki savunma hatları güçlendirilmiş, tabyalar onarılmış ve yenileri yapılmıştır.

ABD yayılmacılığı ve emperyalizmi son hızla ilerlemekte idi. Yaşananların ve olanların tümü, Siyonist emellerin talepleri idi. Bu talepler, asla hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde gerçekçi olmalı ve gerçekleri aratmamalı idi.

Bir Lunapark kurulmuş lunaparka da bir Tahterevalli konmuştu. Tahterevallinin iki ucunda da aynı Siyonist merkezden idare edilen kişiler oturtulmuştu.

Ama gözünü iktidar hırsı bürümüş gaflet ve dalalet içerisindeki kişiler, bu gerçekleri görmekten çok uzak idiler. Olan biteni, Türkiye’nin önüne kurulan tuzakları ve ileride bu tuzakların neden olacağı korkunç sorunları idrak etmekten yoksun idiler.

Sovyetler Birliğinin bu talepleri, Türkiye’yi telaşa düşürmüş ve korkutmuştu. Bu korku ve telaş ile ABD’nin kucağına düşmüştü. Acilen NATO’ ya girme ve NATO’ ya kabul edilme lütfuna karşılık da Kore’ye asker gönderme şartı da kabul edildi.

Türkiye, dost bildiği düşmanının kolları arasına düşürülmüştü.

ABD. Türkiye’yi, çocukların korkutulduğu gibi; “ Komünizm geliyor. Seni Ham eder haaa ! Çabuk kollarımın arasına saklan .” diyerek korkutuyordu. Oysa ki , komünizmi de kapitalizmi de yaratanlar onlar idi.

Dünya, birbirine zıt iki kutuplu olmalı idi. Hedef ülkeler, ancak bu şekilde korkutulabilir ve tuzağa düşürülebilirdi.

Gerçekleri gören ve siyasileri uyaran Nazım Hikmetler, Sabahattin Aliler gibi yurtseverler, ABD’nin istekleri ve baskıları ile “ Vatan Haini ve komünist “ ilan edilerek tutuklandılar, öldürüldüler, ülkeyi terk etmeye zorlandılar.

Değerli Okur!

Bizlerin başkaca hiçbir amacımız yoktur. Tek amacımız, güzel Türkiye’mizin uluslararası, devletlerarası ve ülkelerarasında hak ettiği saygın yeri alabilmesi için; düşünen, sorgulayan, sorgulamadan kabullenmeyen, her duyduğuna inanmayan çalışarak üreten, üretmeden tüketmeyen, dürüst, adil, hakka-niyetli davranan, parsel parsel elimizden alınan vatan topraklarını, uzun süren çok çetin bir savaştan sonra kurtararak Türkiye Cumhuriyetini kuran Büyük Atatürk’ e hakaret etmeyen, hakaret edilmesine göz yummayan, hakaretlere duyarsız kalmayan ve tepki gösteren, soysuz ve ayyaş demeyen, lanetleyen, yurtsever ve çalışkan, demokrat ve demokrasinin değerini bilen, sahip olduğu olanakları kendi kişisel çıkarları için değil; bu güzel Türkiye’mizin tüm yurttaşlarının yararına olacak kullanan ve kullandıran, yandaşlarına peşkeş çekmeyen ve çektirmeyen, dindar ama, “ dinci ve kinci “ olmayan, ger-çek yurtsever, aydın ve çağdaş düşünceli, bilimin değerine ve önemine inanmış kuşaklar yetiştirilmesine, kendi çapımızda katkıda bulunabilmektir.

Saygıdeğer okur!

Yazımı kaldığım yerden sürdüreceğim.

Saygılarımla.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum