Aydın’da Yağcılar İçi’nin dünü ve bugünü

İstasyon meydanındaki Yörük Ali Efe heykelinden başlayıp, Nazilli köprüsünde sona eren Mimar Sinan Caddesi, halkın “yağcılar içi” veya “yağcılar sokağı”  ya da daha eski yıllarda “keçeciler çarşısı” dediği kendine has özellikleri olan bir çarşıdır.

Elli yıl öncesini bilirim ben yağcılar içinin. Arnavut döşeme yolları, dar kaldırımları ile işi olmayanın pek uğramadığı bir çarşıydı. Bu sokağa ancak işi olanlar uğrardı.

50’li yıllarda bugünkü Akbank, Tuğba Kuruyemiş, Ceylan sinemaları ve pasajın olduğu SGK kurumuna ait binanın (Bu bina özelleştirilmeden satılmıştır.) olduğu yerde eski Belediye binası vardı. 1957 yılında bu tarihi bina yıkılarak yerine 25 katlı gökdelen yapılmaya çalışıldı. 1960 ihtilali olunca, bu projeden vazgeçildi. Proje değişikliği yapılarak bugünkü hilkat garibesi bina ortaya çıktı.

50’li yıllarda, Yağcılar sokağının İstasyon Meydanından girişinde eşraftan manifaturacı iğnecilerden Hacı Hamdi Bey’in evi vardı. Her hali ile varlıklı bir kişinin evi olduğu belli olurdu. Caddenin solunda ilk sokağın başında bugünkü beyaz eşya mağazasının olduğu yerde  “İstanbul Kahvesi” vardı.  Bu sokağın içinde ise “Kalender Meyhanesi” vardı. Burada devamlı taş plak çalınır, Hamiyet Yüceses’in “ Bakmıyor çeşm-i siyah feryade” şarkısının nağmeleri etrafa yayılırdı. “İstanbul Kahvesi” adını üstünde bulunan “İstanbul Oteli”nden almıştı. Burası şehre dışarıdan gelen gariban takımının uğrak yeriydi. Aydın’da “Bilal’in kahvesi” memurların, “Madran Kahvesi” esnafın oturduğu kahvehanelerdi. Herkes sınıfının kahvehanesinde vakit geçirirdi. İstanbul Kahvehanesinin sahibi kahveci Yaşar, kendini mesleğine adamış, hem garson hem patron olan, meslek ahlakı yüksek bir insandı. Mütevazı haliyle güven telkin ederdi. Toplumun her kesimince sevilen, sayılan, hizmetini sevgi ve saygı ile süsleyen bir keşiydi.

İstanbul Kahvesi’nin karşı köşesinde, küçük bir sandık içindeki saman üzerinde yumurtalar görülürdü. Burası biraz ilerde köhne bir yerde yumurtacılık yapan şehrin tek toptan ve perakende yumurta ve tavuk ticareti ile uğraşan “Yüksel’in yeriydi. Bu sokak, yumurta ve canlı tavuk ticaretinin kalbiydi.

İstanbul Kahvesi’nin hemen yanında, cadde üzerinde  “Yağcı Refik’in dükkânı vardı. Burası Aydın’ın perakende yağ alınabilen güvenilen tek dükkânıydı. Yağcı Refik, halkın güvenini kazanmış, tek fiyat tek kalite yağ satan esnafıydı. Bir litrelik, bir buçuk litrelik boş yağ şişelerini eline almış kadın ve erkekler, yağ almak için sıra beklerlerdi. O yıllarda margarin çok kullanılmadığından, zeytinyağı halkın mutfağının temel  yağıydı. Fakirler tereyağı yiyemezdi. Onu ancak zenginler ve memurlar yer, halk sadece tereyağının iyi bir yağ olduğunu bilirdi.

Yağcılar içi denince, yan sokaklar da akla gelirdi. Soldaki ikinci sokak bugünkü Yapı Kredi Bankasının bulunduğu sokaktı. Eskiden bankanın olduğu yerde “Aydın Palas” oteli vardı.   Bu otel şehrin en lüks oteliydi.1930 yılında Serbest Fırka’nın başkanı Fethi Okyar bey, bu otelin balkonundan otelin önündeki caddeyi ve İstasyon Meydanını hınca hınç doldurmuş on binlerce Aydınlıya bir konuşma yapmış, miting havası içinde geçen bu tarihi toplantı ülkede büyük yankılar yaratmıştı. Bu toplantıdan sonra Serbest Fıkra Atatürk’ün emriyle kapatılmıştı. Birkaç ay sonra Aydın’a gelen Atatürk belki de Aydınlıların bu kadar büyük bir coşkuyla Serbest Fırka’yı desteklemiş olmalarının nedenlerini araştırmıştır. Yağcılar içinden Aydın Palas’a varan bu sokakta “Mavi Köşe” meyhanesi   “Altındağ Meyhanesi”  gariban takımının kafayı bulduğu, ucuz şarap meyhaneleriydi. Bu sokakta çay ocakları vardı. Bu ocakların önünde roman çalgıcılar, kadınlı erkekli devamlı otururlar, müşteri beklerlerdi. Çevre köy ve kasabalarda düğün yapacaklar, çalgıcıları burada bulur, işi bağlarlardı. Bu sokağa Aydınlılar “ Çalgıcılar sokağı”  derdi Zaman, zaman ud ve darbuka sesleri ortalığı çınlatırdı. Hafif meşrep roman kadınlar, yol kenarına alışılmışın dışında sere serpe otururlar, sigara tüttürürlerdi. Normal aile kadınlarının bu sokaktan geçmesi hoş karşılanmazdı.

Yağcılar içi çarşının sağındaki ikinci sokağın başında bugünkü Saran giyimin olduğu yerde, meşhur Atça Helvacısı vardı.  Çok eski bir gelenekten gelen kuruluştu. Herkes tahin helvasını almaya oraya giderdi. Sahibi Hasan amca zaman zaman tanıdıklarına nutuklar atardı. Yazıhanesi Kuva-yı Milliye Müzesi gibi Atatürk ve İnönü’nün resimleriyle doluydu. Milli Mücadeleden bahseder, memleketin ne zor şartlarda kurtarıldığını anlatır,  Atatürk’ün askeri ve Devlet adamı olarak dehasından bahsederdi. Memleketi cahil hocaların geri bıraktığından söz ederdi. Padişahlara çok kızardı. Dindar birisini görünce “din hüküm, dinar hüküm, evlad-ı küm zaman-i hüküm” derdi. Zaman zaman kahkahalar atarak Yağcılar İçini çınlatırdı. Atça Helvasının kalitesi asla tartışılmazdı. Hasan Amca’yı herkes bilir, onu olduğu gibi kabul eder, hoş görürdü.

Yağcılar İçinin önemli şahsiyetlerinden Derviş Amca keçeciydi. Keçeden kepenek yapardı. Dükkânının önünde yünleri yoğuran iri pazılı oğullarına nezaret ederdi. Yağcılar İçinin Derviş Amcası sevecen, tonton bir amcaydı. Dükkânında devamlı işi olduğundan burada pek sohbet olmazdı. Keçe yapan oğullarının keçe yoğururken her hamlede çıkardıkları “hım hım” temposunu hep duyardınız.

Atça Helvacısının karşı köşesinde dar derin bir dükkânda Necati Özçöllü çır çır yapar, üç-beş çırçır makinasıyla mahlaç üretirdi. Özçöllü fabrikatör edasıyla oralarda oturur, gezinirdi Buraları pek kalabalık olmazdı. Esnaflar kaldırımlarda tavla oynar, nargile tüttürürdü. Derici Ali Rıza külot pantolonu, körüklü çizmesi, üç sandalyeyi işgal eden oturuşu ile tipik bir Züğürt ağa görüntüsü verirdi.   Nargileyi kuvvetle içine çeker, ukala ukala dumanını havaya üflerdi. Bu sokakta herkes kendi rolünü en iyi şekilde oynardı.

Bugünkü Uğur dershanelerinin altındaki konfeksiyon mağazasının bulunduğu yerde hayvan yemi ve hayvan için ot satan sıra sıra dükkanlar vardı. Yağcılar içinde onlarca at arabası taşımacılık için sıra beklerdi. Hayvan pisliği ve idrarının kokusu ortalığı kaplardı. Bugünkü gibi şehir içi taşımacılık motorlu araçlarla yapılmazdı.

Bunların aynı sırasında Muhacır Osman’ın (Ali Osman Duman) “Bol kepçe Lokantası” vardı. Gariban takımının karnını ucuza doyurduğu yerlerdi.

Yağcılar çarşısının sağ tarafı toptan zeytinyağı ticareti yapan dükkânlarla doluydu. Zaman zaman gelen giden yağ varilleri yaya trafiğini aksatırdı. Büyük bir kalas ile yağ varilleri yükleme ve boşaltma yapardı.

Yağcılar çarşısının bugünkü mobilyacılar çarşısı olarak bilinen sokağı insan geçmeyen kör bir sokaktı. Burası sıtma mücadele Müdürlüğünün meskeniydi. Bu sokağın yağcılar içi ile birleştiği köşedeki ev Fuat GÖZAÇAN’ın eviydi. Altı ot mağazasıydı. Bu evin kuzey köşesinden hamam sokağına dönülürdü. Bu sokak Ramazanpaşa’ya çıkan yokuş bir sokaktı. Burada tarihi “Yeni hamam”(Baltacı Hamamı) vardı. Sokakta ve her zaman peştamallar kurutulmak için iplere serilirdi. Hamama gidenlerden başkası bu sokağa pek uğramazdı.

Hamam sokağının alt köşesi Yağcılar İçi’nin en büyük un mağazasıydı. Oto un şirketi o günlerin en büyük ticari ortaklarındandı. Aydın’ın un ve şeker toptan ticaretinin merkeziydi.

Yağcılar içinin en eski simalarından biri yabancı Hüseyin’dir. Kısa boylu çok akıllı bir adamdı. Kendisi büyük çaplı, toptan zeytinyağı ticareti yapan dürüst bir tüccardı. Yağcılar içinde zeytinyağı tüccarı deyince ilk akla gelen Hamdi AYAR’dı. Hamdi AYAR ve Yabancı Hüseyin yağcılar içinin para babalarıydı. Köylü yağlarını onlara satar, bedelini peşin alırdı. Hamdi AYAR’ın mağazası zeytinyağının ve nakit paranın ayar yeri gibiydi. Belki de AYAR soyadı buradan geliyordu.

Yağcılar İçi urgan ticaretinin de yapıldığı yerdi. En ünlü semerci ustaları bu caddede icra-i sanat ederdi. Urgan ticareti, Acarların elindeydi. Mehmet, Mustafa ve Ömer Acar kardeşler çarşının dürüst saygın esnaflarıydı. Bugün büyük bir kapalı çarşı olan meşhur “Vardar hanı” bu caddenin önemli bir el sanat merkeziydi.   

Yağcılar İçi incir, badem, ceviz, deri ticaretinin yapıldığı önemli bir merkezdi. Bademi Adem Çuhacı alırdı. Herkes ona Adem amca derdi. Her zaman dükkânın içinde yere dökülmüş badem yığını olurdu. Bu durum badem alınır demekti. Adem amcaya köylü, kentli çok güvenirdi. Ürününü getirir, teslim eder kaça alacaksın demezdi. Adem amca asla bu güveni istismar etmezdi. Belki en yüksek fiyattan alır, kanaat ederdi. Herkes bunu böyle bilirdi. Adem amca şahsında köylünün malının fiyatını adaletle takdir eden, paranın değil güvenin emanet edildiği ender tüccarlardan biriydi.

Eskiden ticaret nafaka temini için yapılır, kanaat edilirdi. Bugün ticaret güç için yapılmaya başlandığından haram, hak, hukuk rafa kaldırıldı. ”Olsun da nasıl olursa olsun”   zihniyeti galip geldi. Madde manayı kovdu. İnsanlar kendi yarattıkları canavarın esiri oldular. Zenginlik geldi, bereket gitti.

Yağcılar İçi elli yıl evvel, Aydın’ın belli başlı ticari işlemlerinin yapıldığı, ticareti canlı renkli bir çarşıydı. Bugün eski kimliğinden çok uzaklaştı. Artık ticari ağırlığı yok. Kaldırımları işgal edilmiş, ticari hayatta güveni olmayan ticaret erbabıyla, geleneğini yitiren “ucuzcu” ticaretinin yapıldığı bir merkez oldu. O eski ticari kimliği yok artık. Eskiden Aydın’ın yağ, susam, badem, incir, yapağı, pamuğunun pazarlandığı çarşıda; çorap, iç çamaşır ticareti, ayaküstü aperatifçilik geçer meslek haline geldi.

Eskiden insanlar bir meslek eğitiminden geçer, o mesleğin geleneğinden gelirdi. Her mesleğin ustaları vardı. Onların yanında meslek öğrenilirdi. Manifaturacı mesleğini bırakıp, lokantacı olmazdı. Ayakkabıcıdan kahveci olmazdı. Sık sık meslek değiştirene iyi gözle bakılmazdı. Geleneği mazisi olmayan işten hayır gelmezdi. İnsanlar meslekleriyle ve yaptığı işle tanınırdı. Mesleği onun kimliği olurdu. Meslek asla hor görülmezdi. Meslek erbabı mesleğini yüceltirdi. Mesleğine söz söyletmezdi. Buna meslek ahlakı denirdi.

Yozlaşan kültürümüz, kimliğini yitiren şehirlerimiz, toplumsal çözülmemizle beraber, çarşılarımız da kimliğini kaybetti. Kaybolan kimliklerin yerini, tüketim kültürünün kurumları ve ticari anlayışı birer birer doldurdu. Artık esnaf ve ticari hayat, yitirdiğimiz geleneksel kimliğimizle beraber can çekişir hale gelmiştir. Kaybolan her değerin yerine yenisini koyamadığımız müddetçe,  toplum olarak çözülmenin sürüp gitmesi kaçınılmaz olacaktır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
5 Yorum