Nebil ALPARSLAN

Nebil ALPARSLAN

Bir kıssa bir yorum (1)

Dinler tarihi ya da Kur’an meali ve tefsirleriyle meşgul olanlarımız Salih Peygamber devrinden intikal eden bir hadiseyi hatırlarlar.  “Nakatullah Kıssası”

Arapça bilgim yok. Bu hadisenin vukuunu, mucizevi vasıflarını, dinamiklerini tartışmaya ve bu konularda yorum yapmaya ehil ve yetkili de değilim. Üstelik bir hadise vuku bulduğu zaman ve mekân şartlarıyla değerlendirilmeli.  Ancak şunu biliyorum; Kur’an bir hadiseyi hikâye (kıssa) olarak nakletmişse, ardından bu kıssadan çıkarılacak çok dersler olduğunu eklemiştir. Akıl sahiplerine Kitab’ı da bu şekilde okumalarını tavsiye etmiştir. Bize düşen, aklımızın erdiği ölçüde bugünkü dünya düzenini ve hayatımızı, bu neviden kıssaların diyalektiği ile sorgulamaktır.

Benim burada yapmaya çalıştığım bundan öte bir şey değil. Dediklerim tek ve tam doğrudur diye bir iddiam da yok. Ama hadiseler, kıssalar çeşitli bakış açılarıyla değerlendirilmeli ki yararlı bir hisse çıkarılabilsin.

Yazıdaki doğru ve güzellikler tarihin arşividir. Yanlışlık ve çirkinlikler ise bana aittir.

Kıssanın yaşandığı yer Suriye’nin güneyi, zamanı ise Salih Peygamber devridir.  Kavmin adı Semûd kavmidir. Semûd halkının büyüklük taslayan ileri gelenleri zenginliklerinden ve dünyevi makamlarından dolayı iyice şımarmışlardır. Kendilerini, halkın yoksul ve güçsüz alt sınıfından (mustazaflardan) çok üstün görmektedirler. Zenginliğin ve gücün verdiği kibirle, yoksul ve kimsesizlere katlanılmaz zulümler uygulamaktadırlar. Her türlü mal ve servet de bu grubun elindedir. Su kaynakları, gıda kaynakları, hayvanlar ve diğer servetlerin tamamını ele geçirmişlerdir. Yani bölgede aleni bir zulüm hâkimdir.       

Sözünü edeceğim kıssa Kur’an’da Araf, Hud, Şems gibi surelerde zikredilmiştir. Bir iki cümle ile hadise şudur: Semûd kavmi Salih Peygamber’den peygamberliğinin ispatı için vasıfları belli bir deve yaratılmasını ister. Devenin nasıl yaratıldığı hususunda muhtelif rivayetler vardır. Allah ilmiyle halkın istediği vasıflarda bir deve yaratır. Deve Kur’an’da “Nakatullah” (Allah’ın Devesi) olarak zikredilmektedir. İstekleri yerine geldiği halde halkın çoğu Salih Peygamber’e inanmaz.

Hem devir hem de bölge itibariyle bugün olduğu gibi, o gün de “su” önemli bir ihtiyaç maddesidir. Salih Peygamber su kaynaklarının kullanımı hususunda bir düzenleme yaptığını duyurur. Her kabilenin kaynaktan su alma, hayvanlarını sulama zamanını belirterek su kullanımını düzene sokar. Aynı şekilde mahdut bir zaman da Nakatullah (Allah’ın Devesi) için tespit ve tahsis edilmiştir. Devenin otlaması, özellikle su içmesi kesinlikle engellenmeyecektir. Hiç kimse ona dokunmayacak, zarar vermeyecektir. Allah’ın arzında serbestçe dolaşacak, suyunu içecek, otunu dikenini yiyecektir. Şımarık müstekbirler, güçlüler, arkası sağlam torpilliler gibi o da özgür bir biçimde dünya nimetlerinden faydalanacaktır.

Ne yazık ki Nakatullah ’ın ömrü uzun sürmez. Kavmin sömürgen mütegallibe tayfası deveyi öldürürler. Bırakınız dünya nimetlerinden faydalanmasını, yaşam hakkından bile mahrum bırakırlar. Çünkü güç ellerindedir. Kendilerini durduracak alternatif bir irade de yoktur.

Hadisenin oluş şekli budur.

Bu kıssa üzerine klasik mantığın tümevarım ve analoji metodunu uygulayıp çeşitli yorumlar yapabiliriz.

İlkin “mucize” olarak ortaya çıkarılan Nakatullah, -Türkçe karşılığı olarak- “Allah’ın devesi” olarak isimlendiriliyor. Tıpkı günlük hayatımızda kullandığımız “Allah’ın dağı”, “Allah’ın suyu” veya “Allah’ın toprağı” gibi. Allah’ın dağı, Allah’ın suyu, Allah’ın arzı son tahlilde kamu malıdır. Şahsi mal, emtia (ticaret malı) değildir. Kimse onları sahiplenemez. Temellük edemez. Bu çıplak bir gerçektir. Nakatullah figürü üzerinden söylenmek istenilen bir bakış açısı bu olabilir.

Deve figürü üzerinden düşünürsek, hiç kimse Allah’ın olan bir mülkü temellük etmesin, sahiplenmesin. Bunlar temelde Allah’ın, ancak pratikte (bireyin değil) kamunun ortak malıdır. Kimse (kamunun) bütün beşeriyetin istifadesine sunulan yer altı ve yer üstü kaynaklarını hakkından fazla sahiplenmesin.   Ancak hakkı kadar kullansın ve tüketsin. Bu ilke kıssanın neresinde mündemiç derseniz;  Salih Peygamber her kabilenin su alma zamanını adilane ve yeterli olarak tanzim etmiştir. Belli bir zamanı da arkası, koruyanı, torpili olmayan güçsüz ve sahipsiz “deve” için ayırmış ve kimsenin onun su içmesine mani olmamasını istemiştir. Burada insanın ihtiyacı olan tüm kaynaklar “su figürü” kullanılarak ifade edilmiş bulunuyor. Ayrıca bu kaynaklardan zayıfın, güçsüzün, yoksulun, koruyanı olmayanın hakkını bulunduğu da örnekleniyor.

Hal böyle iken deveyi kimler öldürüyor? Azgın, şımarık, kibirli bir grup. Kavmin yeraltı dünyası. Yani Mafya. Deve ’nin katilleri aslında nizam, hak, hukuk tanımaz kaba kuvvetle her şeyi elde etmeyi hedefleyen, halka her türlü zulmü reva gören kimselerdir. Hak ve adaleti değil ellerindeki gücü üstün tutan zorbalardır.

Deve figürü bizi bir başka yoruma da götürebilir. Hatta götürmeli de. Deve korumasızdır. Sahipsizdir. Arkası yoktur. Kendini koruyacak imkânlara, araçlara ve güce sahip değildir. Bu figür üzerinden hâlihazır dünyanın demografik yapısını ve bu yapıya nazaran gelir dağılımını tetkik edecek olursak tam da Salih Peygamberin kavmine benzediğini görürüz. Gerek ülkeler bazında, gerek küresel bazda, dünyanın yeraltı ve yerüstü zenginliklerine marjinal bir grup sahiptir. Bu zümre bir yandan savaşlarla, bir yandan finans hileleriyle, bir yandan borsa oyunları gibi başkaca yöntemlerle, aslında kamunun/bütün insanlığın istifadesine sunulan ve küresel maliyede “kamu malı” olan bütün imkânları ele geçirmişlerdir. Oysa küresel imkânların tamamından bütün insanlık adil ve hakça pay hakkına sahiptir. Bu hal bir ülkenin başka bir ülkeyi sömürmesinden öte bir şeydir. Zorba, hilekâr, güçlü, şımarık ve kibirli bir mütegallibe bütün insanlığı sömürmektedir. Amerika’dan Hint’e ve Çin’e kadar insanlığın büyük bir kısmı gelir dağılımından hak ettiği payı alıyor mu? Kıta Afrika’sını zaten hiç saymıyorum. Hem ülkeler bazında, hem de küreseler ölçekte durum tam da budur.  

Nakatullah kıssasındaki deve arkasızdır, koruyanı yoktur, güçsüzdür, zayıftır, her türlü tecavüze açıktır. Ancak dikkat edilirse Nakatullah (Allah’ın Devesi) lafzıyla, kimlik ve kişiliği Allah’a etiketlenmiştir. Bu şu demektir ki onun himayesi Allah’ın teminatı altındadır. Bu hususun altı özellikle çizilerek yöre halkına ilan edilmiştir.  

Günümüzde ülkeler ölçeğinde ve küresel ölçekte güçsüz, zayıf, himayesiz her birey veya kavim Nakatullah figürü ile karşımızda duruyor. Dünya nimetlerinden hak ettiği payı alamayan, açlığa, yoksulluğa, fakirliğe terk edilen bu insan/lar tam da kıssadaki Nakatullah gibi. Şımarık egemenlerin, kibir abidelerinin yapması gereken, beşerin hakkını beşere vermektir. Ama yapılan bu değil. Yapılan tam da Salih Peygamberin kavminde deveyi öldüren zalim çete gibi bu günün zalimleri de zayıf ve güçsüzlere haklarını vermek şöyle dursun, yaşama haklarını ortadan kaldırmaktadır.

Nakatullah’a hayat hakkı vermeyen zalimler topluluğu devrini tamamladı, yeryüzünden göçüp gitti. Ama ne yazık ki yeri boş değil.

İyilerle kötülerin mücadele diyalektiği dünya durdukça devam edecektir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
3 Yorum