Bizim okul

Bizler toprak damlı evleri olan bir dağ köyünde doğduk. Okul ise 2–3 km. öteki mahallede, yol olmadığından koşturarak dağ, dere, tepe aşarak ulaştığımız okula her gün sobalık elde birer odun taşırdık. Bir başka mahalleden gelen arkadaşlar ise, 5–6 kilometrelik bir yol kat ederlerdi. Cumartesi günleri de öğleye kadar ders görürdük. Tam gün eğitim olduğu için çıkınlarımız da yanımızda olur, öğle vakti yağmur yağmaz ise okulun batı tarafında kayaların üstüne doluşur, çavdar ekmeği ve çökelekten oluşan dürmeçlerimizi yerdik. O yıllarda köyde yol, su, elektrik yoktu ki okulun da içme ve temizlik suyu dimdik bir yokuşun altındaki ak pınardan bizlerin elde kovalarla taşıyarak karşılanırdı. Kışları üzerinden geçtiğimiz köprüsü olmayan Lalelik ve Eşenek dereleri kudurur, geçit vermez, arada bir ailelerimiz dere kıyısında bizi karşılar, kucaklanarak karşıya geçirilirdik.

Bir de tek öğretmenli okulun tek salonuna doluşmuş tüm öğrencileri için büyücek beş masa vardı. Her masa bir sınıfa ait olup bizler taburelerimiz ile masanın kenarlarında yerimizi alırdık. Üçüncü sınıfta üç kişi kendi masalarında en rahat oturan sınıftı. Programda sesli ders demek, öğretmenle yapılan ders demekti. Öğretmen sesli dersi olan sınıfa anlatırken diğer bitişik masada oturan diğer öğrenciler sessizce ders çalışır ya da öğretmenin verdiği ödevleri yapmaya çalışırdı. En az arka arkaya 2–3 ders olan Tarım-iş dersi de vardı. Bu dersi olan sınıf ise; kazma, kürek, balta ve balyoz ile tarlayı andıran okul bahçesinde temizlik ve düzenleme çalışmaları yapmak için aralıksız birkaç dersliğine işe koyulurdu. Öğrenciler için ne kadar zor ise, bir öğretmen için de kat kat zor bir eğitim düzeni olsa da öğrencilerin başarısı sınıfta ve sosyal hayatta dikkat çekiyordu.

Ama öğretmenlerin kitapları, özel eşyalarına denkti adeta o yıllarda. Öğretmen dediğin okuyup yazmalı, sazını çalmalı, türküsünü çığırmalı derdi Çetin öğretmenimiz. Köy Enstitülerini bitiren zamanın öğretmenleri mezun olduğunda 150 dünya klasiği ile ödüllendirilir, bir eşek yükü kitap ile Anadolu köylerine doğru yol alırdı. Bugün gazete okumayan, masa başında okeye adam bekleyen, okul dışındaki yan işlerine koşmayı dört gözle bekleyen eğitimcilerin de olduğu bir milli eğitim sistemimiz var...

Okulun bitişiğinde öğretmen lojmanı vardı. Köşk’lü Çetin Yılmaz hocamız vardı. Köylüler ile öylesine güzel bağlar kurmuştu ki köye bir hareket gelmişti. Her hafta okul bahçesine hazırlanan voleybol sahasında baklavasına, helvasına iddialı maçlar yapılırdı. Hep birlikte yüzük oyunu oynarlardı. Domuz avlarına katılmaktan geri kalmazdı.     

Bir 23 Nisan kutlamasında biz öğrencilerin oynadığı piyes sonrası köylülerin de bir oyun sahnelemesini istedi. Köydeki koca adamların kadın elbiseleri giyip, yüzlerini boyamaları, tüfekli zeybek ve zaptiye olmaları ile Yörüklerin geleneksel Arap oyununun sahnelenmesi gerçekleşti. Ertesi yıl yine biz çocukların piyesinden sonra heyecan içinde yeni bir oyun sergilemek için bekleyen babalarımızı görünce tarifsiz sevinç duyduk. Öğretmen- köylü diyalogu…

Bizim zamanımızda işte böyle bırakın cam silmeyi, sildirmeyi okula o dik yamacın eteğinden kovalarla su taşımak, bahçeyi, ağaçları budamak ve temizlemek sıradan işlerdendi. Her sabah askerin mıntıka temizliği yaptığı gibi ilkokuldan alışıktık biz mıntıka temizliğine. Her pazartesi sabahı masada ellerimizin altına mendilimizi koyup tırnak kontrolü yapan öğretmenimizden azar işitmemek için cebimizdeki bu mendilimizi apak korurduk. Ama affedersiz bir yandan da burnumuzdan akan ifrazat için mendile uzanmadan sildiğimiz önlüklerin yenleri de bir sonraki çamaşır gününe değin katmerleşirdi…          

Akşamları gaz lambasının önüne uzanır ödev yapmaya çalışırdık. Öğretmen aleyhinde bir şey demek, şikâyet etmek ne haddimizedir. Arada bir okula uğrayan babalarımız “eti senin kemiği benim hocam” demeyi de ihmal etmezlerdi. Bu şartlarda okuduk bizler, bunları anlattığım oğlum, masal gibi inanmakta güçlük çektiğini söylemekte. Bu anlattıklarım bir kuşağın yaşamıdır…

Köyümüzdeki okulumu ziyaret ettim, taşımalı eğitim uygulaması sonucu boşalan ve harabeye dönüşen okulumu… Defalarca bayrak çektiğim direk adeta yıllara meydan okurcasına dikleniyordu. Çatısının bir orta direği yıkılmış, oradan doluşan yağmurlar zemini minik bir havuza çevirmişti. Duvarlardaki çözülen, süzülen alacalı beleceli boyalar içimi kararttı. Arkadaşları düşündüm şöyle bir… Hepimiz ana, baba, dede nine olduk. Arada bazılarımız bu dünyadan göçtü. Rahmetli 64 Hatice bizim sınıftan, iki oğluna doyamadan gepegenç göçüp gitti. Bahçeyi, üzerinde öğle yemeği yediğimiz kayaları dolaştım. Rahmetli Veli Öğretmen, üzerinde üçüncü sınıflara çizmeye benzeyen İtalya’yı anlatıyordu adeta. Başkentini, yüzölçümünü, nüfusunu, Po ovasını ve geçim şartlarını… Enver Pekel öğretmenimiz de köyümüzden kopmadı.

Sarıpapatya yaprakları ile 23 Nisan bayramlarında okulun camlarına “Hoş geldin 23 Nisan” yazardık, okulu süslemek, temizlemek, daha sonra da camları silmek, yine temizlemek, süpürmek biz öğrencilerin işiydi. Bugün bizlerin yaptığı bu temizliği yeni nesillere yaptırdığımızda tepki gösterilip gazete ve televizyonlara kadar haber yapılıyor. Bizler ise; yaşadığımız şartları da hatırlayıp şaşıyoruz.

Bizim zamanımızda böyleydi. Bir şeyin farkına vardık. Meğer bizler eğitilmişiz… 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum