Bugün Babanıza Sarılın ve Ona Gülümseyin!

Yaklaşık kırk yıl önce…

Güz mevsiminin serin Eylül ayı sabahında babam erkenden uyandırdı.

İzmir’e devlet parasız yatılı sınavlarında kazandığım okula adım attık.

Babam yirmi lira harçlık bıraktı, gülümseyerek,

-Gurbette anan da, baban da bu 20 lira artık evlat unutma!

Diyerek vedalaştı.

Bana ayda en az bir gün sinemaya gitmemi öğütledi. Üstelik kahveye oturduğumda gazete okumamı da söylerdi. Çoğumuzun babası kahveye gitme falan der ama bizim rahmetli git ve gazete oku diyordu. Kim bilir belki kendi okuyamadığı için olsa gerek bizlere en büyük iyiliği yolu, suyu, elektriği olmayan o dağ köyündeki toprak damlı evimize haftada iki gün gazete girerdi. Babam okul yüzü görmemiş, 21 yaşında ölen büyük amcamızın meşe ağaçları gölgesinde kumda parmakla yazarak okuma-yazma öğrettiğini anlatır ve gülerdi.

“Bizler meşe tahsili eyledik.”

Okulda biz yatılılar, çalışkan öğrencilerdik. Yarım gün tatilde okulu ekerek

izinliyiz deyip evlere geldik. Bizlere uyarma cezası vermişler. Babam yine okula beni ziyarete geldi. Nöbetçi hocamızdan izin alarak yemeğe çıktık. Kahveye oturduk. Veda vakti geldiğinde usulca cebime sarı bir zarf bıraktı, beni öptü ve otobüse bindi. Cebimdeki zarfı açtığımda uyarma cezası verildiğini öğrendim, hem üzüldüm, hem de utandım.

Sıcak günlere rast gelen Ramazan ayında okulda son sınıfa başlayacağım. 40 yaşında olan babam hastalandı, başı ağrıyor, yürüyemez hale gelmişti. Dengesi de bozulmuş ayakta duramıyordu. Beni okula gönderdiler. Birkaç hafta sonra Ramazan Bayramı için geldiğimde babam iyice kötüleşti. Yılancık, sarılık hastalığı denilerek bazı yerel çarelerden sonra babam beyin tümöründen ameliyat oldu. İyileşir gibiydi artık.

Birkaç ay sonraki Kurban Bayramı tatiline geldiğimde yarı genç, yarı çocuksu çağımda babamın acı içinde inlemelerini, çırpınışlarını o bayram gününde çaresizce ağlayarak izledik. Ben yine okula döndüm.

Okulda biz yatılılar, her pazar sabahı gazozuna filan futbol maçları yapardık.  Karşı köşedeki bakkal tel örgü arasından gazoz şişelerini uzatır, galip gelenler alay ederek, şakalaşarak gazozlar içilirdi. O yıllarda haberleşme çok zor, telefonla konuşmak bir sorun. Yeni yıla birkaç gün kalmıştı, bir pazar sabahı müstahdem Fikri ağabey, elime bir kâğıt uzattı. Yıldırım Telgrafta amcam, babamın beni görmek istediğini acilen gelmemi istiyordu. Nöbetçi öğretmene telgrafı bıraktım, yola çıktım. Herkes öyle midir bilmem ama ben o çağda, benim babam asla ölmez diye düşünüp aksini aklıma bile getirmek istemiyordum.

Soğuk bir Aralık ayı sonunda, büyük bir kalabalık, durmaksızın yağan yağmur altında şemsiyesiz, arabasız, yaya yürüyerek babamı vasiyeti gereği bir tepedeki çoban çeşmesi önünde cenaze namazını kılıp karşı tepedeki Yörük Mezarlığına 21 yaşında ölen amcamın yanında toprağa verdik.

Bakmayın siz bayramların ve yeni yılların bize de geldiğine… Bu önemli günler benim yüreğimi acıtır, içimi sızlatır ve ben babamı özlerim. Amcamızı yarı baba bildik. Sağ olsun! Her derdimizle ilgilendi. Her kasabaya geldiğimde ilk işim amcamım yanına uğrayıp elini öpmek olur. Yaşamımızın kırıklıklarını bile birlikte tamir ettik.

Babam sağlığında “Şu oğlanın memur olup da şöyle yanında birkaç dakika kalabilsem, dünyalar benim olacak.” dediğini bir arkadaşına söylediğini duydum. Babamın dediği oldu ama babam olmadı.

Gideli tam 38 sene oldu…

Siz siz olun!

Vakit geçirmeden babalar gününde babanıza içtenlikle sarılın, gülümseyin, yüzünü okşayın ve koluna girin, konuşun, yürüyün, bir ağaç altında birlikte sohbet ederek çay için. Bunu yapmazsanız yarın çok geç olabilir…

Babalar Günü Kutlu Olsun!  

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.