CHP’de taht kavgası büyüyor!

Değerli hocamız Yalçın Küçük, yıllar önce “Türkiye Üzerine Tezler” kitabını çıkarmıştı.

İçinden geçmekte olduğumuz ekonomik ve siyasi süreci ilk gören ve paylaşanlardandır.

Türkiye, mali olarak zorda ve bu nedenle de kuşatılmış durumdadır.

Dibe vurduk mu?

Bu aşağıya doğru iniş ivmesi ne zaman ve nerede duracak?

Bu ivmenin durduğu yerdeki dip, nasıl bir cehennem olacak?

Cari açık, her sene yeni rekorlar kırarken, dış kaynak arayışlarını da beraberinde getiriyor.

Körfez ziyaretleriyle kısa ve orta vadeli borç bulunabilir ama onlar da kalan malların peşine düşmüş görünüyorlar.

Katarlıların, THY hisselerinin yüzde 49’u aldıklarına/alacaklarına dair medyada haberler var; umarım doğru değildir.

Doğruysa eğer varlık fonu içindeki Ziraat, Vakıfbank ve Halkbank gibi değerlerimiz de sırada demektir.

İngiltere bankerleri, borç verebilecekler ama hem faizi yüksek hem de siyasi talepleri olabileceği için oranın, son tercih olarak rezervde tutulduğunu bilelim yeter!

Havuç ve sopa meselesi…

Kıbrıs’ta, Ege’de, Boğazlarda, Fırat ve Dicle’nin Doğusu ve Batısında, sözde Kürdistan ve Ermenistan bölgeleri, emperyalist planların sıcak hedefi yapıldığında mı dibe vurmuş sayılacağız ve o zaman mı davranacağız.

Cumhuriyetin yüzüncü yılında, planlı çok büyük bir tehlike içindeyiz.

İçinde bulunduğumuz ahval ve şerait budur…

Buradan çıkışı konuşmak yerine; post ve taht kavgalarını izliyoruz.

Ekonominin getirdiği olumsuzluklar, toplumda geniş yarılmalara neden olabilecek seviyelere geldiğinde de milli güvenliğimizi tehlikede demektir.

İktidar ve muhalefet açısından da gündemin bu olması gerekmez mi?

Ama şu anda durum tam tersi!

Yüzde yüz kazanacaklarına olan inancın şokunu yaşıyorlar.

Partililerin gazını almak için yapılmış birkaç istifa dışında somut bir siyaset üretilemedi.

Seçim sürecinde yapılan her şey yanlıştı.

İYİ Parti’nin haberi olmadan bakanlık, bürokrasi dağılımına yönelik vaatler, arkadan iş çevirmek değilse nedir?

Kapalı kapılar arkasında yaşananlar…

Şimdi saçılmaya başlandı…

Atatürk’ün partisi zorda ve gerekli atılımı yapamıyor.

Statükocuların yönetimi bırakmak gibi bir niyeti yok.

Yeni hedef, iktidar olup ülkeyi yönetmek yerine, kurultay kazanarak bez bağlamaya kadar gidecek süreci yönetmek olunca…

Taht kavgası, mahkemelik görünüyor.

Daha kötüsü, bölünmektir.

Eskiler bilirler, bu parti doğurgandır.

İçinden çıkan partilerin isimleri google’da…

Son seçimde bile 38 vekili TBMM’ye hediye ettiler.

Bu partinin başında güçlü genel sekreterlerin olduğu yılları çok iyi hatırlıyoruz.

Kemal Satır, Nihat Erim, Bülent Ecevit, Kâmil Kırıkoğlu, Mustafa Üstündağ, Deniz Baykal, Adnan Keskin ve niceleri…

O dönemlerin yönetim ve organizasyonda yer alanlar ile kurultay delege yapısı çok sağlam ve sağlıklıydı.

Belediye başkanlarının seçtiği değil ne yaptığını ne yapacağını bilen örgütün seçtiği delegeler vardı.

Parti disiplini içerisinde bağımsız hareket edebilen Kurultay delegelerinin, yarısının bir araya gelmeleri, olağanüstü kurultay için yeterliydi.

Şimdi mi?

O bağımsız hareketler, ihraç nedeni oluyor.

Ne adına?

Parti içinde işlemeyen adalet ve demokrasi adına,

Belediye başkanları, o duruşu sergileyecek delegeleri, ilçe ve il başkanlarını anında boğuyorlar.

Tartışma yok…

Eleştiri yok…

Partinin hafızasını sıfırladınız…

Parti, dikensiz gül bahçesine döndürüldü…

Mevcut sistem de kendini koruyabilmek için korku ve sindirme rejimini oluşturdu.

Kasetçilik, dinleme ve mafya türü can yakıcı işleri kendilerine yakıştırabildiler.

Bozulma her yerde var.

Mücadele ve tartışma, ülkeyi yönetmek için neler yapmalıyız olmaktan çıkmış; ben, bu partiyi nasıl elimde tutarım meselesi haline gelmiştir.

Bu partinin kuruluş felsefesi üzerine kafa yoran bir adam, bir ekip yok ortalıkta,

Müdafaa-i Hukuk kavramını özümsemiş ve bunu anlatacak bir adam yok…

Türkiye’yi içinde bulunduğu ortamdan çıkaracak bir projeniz yok…

Varsa yoksa ABD kuyrukçuluğu,

Antiemperyalist savaş vermiş bir partinin görünümü budur.

Kriz her geçen gün büyüyor.

Partiyi bitirdiniz, bari seçmenin umudunu tüketmeyin.

Şu anda millet, Ana Muhalefet liderinin kim olacağını umursamıyor.

Ülkeyi nasıl bir ekonomi ve siyaset anlayışın yöneteceği daha önemli değil midir?

Türk Milletini ilgilendiren konunun, binlerce maddelik kitapçıklar değil, 20 maddelik inandırıcı ve mutemet insanlar tarafından sunulacak bir manifestodur.

CHP’nin önceki Genel Başkanı rahmetli Deniz Baykal CHP, Türkiye’nin düşürülmemiş en önemli kalesidir, CHP düşmedikçe Türkiye de düşmeyecektir” demişti ama durum onu göstermiyor.

“Cumhurbaşkanlığı adaylığımı ben bile engelleyemem” diyen bir Genel Başkan, nerenin ve hangi mahfillerin adayı oluyor?

Bu konu; tarihe açık hesap bırakılmayacak kadar önemlidir.”

Her şeyde bir hayır vardır diyerek sonuç çıkartmak esas olacaksa eğer:

Kurultayı kaybetmekten korkmayın. Değişim vakti gelmiş der geçeriz.

Bu partinin onurlu delegeleri, İsmet İnönü gibi tarihi bir şahsiyeti, gözyaşları içinde Genel Başkan koltuğundan indirebilmişti.

Aradan 51 yıl geçmiş, değişen bir şey yok

Bu konuyu bir esasa dayandıralım.

Siyasi etik kuralları bu mekanizmayı da işletsin.

Bu, her siyasetçi için aynı şekilde tezahür etmeyebilir.

On altı yıl ve kesintisiz Almanya’yı yöneten Merkel, 23 bin avro olarak aldığı milli geliri, 42 bin avro seviyesine çıkaran ve 245 milyar avro dış ticaret fazlası veren bir ekonomiyi yönetirken, nörolojik olarak sendeleyen ama düşmeyen bir kadın, 66 yaşında siyaseti bırakabilmiştir.

Dersimiz budur.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
4 Yorum