Didim’de yedi gün

Temmuz’un 9’unda, benim çocuklar Didim’de bir haftalık tatil için kiralık ev arayışına girdiler. Bir apartman dairesinde karar kıldılar. Didim de birinci caddede emniyet eğitim ve dinlenme tesislerinin tam karşısında dört katlı bir apartmanın üçüncü katında tüm Didim’e hakim bir daireydi.

Biz aile olarak Didim’i ve denizini çok seviyoruz. Hemen yirmi senedir her yaz mutlaka oraya gideriz. Özel idare kampımız vardı. Kamp açıkken her yıl belli dönemlerde müsteşarlar, müsteşar yardımcıları, valiler, merkez valileri ve kaymakamlar tatil yapmak için kampa gelirlerdi. Çocuklarımız orada arkadaş grupları oluşturmuşlardı. Akşamları meslektaşlar bir yerde toplanır sohbet ederdik. Derken kamp yanındaki gazinoya satıldı. Bizde ondan sonra kampın yakınlarında ev tutmaya başladık. Plajı çok güzel, denizi dalgasız ve temizdi. Burada kiralık daire tutmaktaki amacımız; yine Akkum’un yanındaki bu temiz koyda yüzmekti. Apartman iki bloktu. Her blokta yirmi daire vardı. Bir İngiliz kadına aitmiş. Kadının işlerini gören Engin adında genç bir adamdı. Onunla telefonda görüştükten sonra kaporayı banka hesabına gönderdik. Gelince geri kalan ücreti de toptan alırım dedi. Yedi günlük ücret bin 900 lira idi. Ben İngiltere’ye yabancı dil için gittiğimde orada da kiraları yedi günde bir alırlardı. İngiliz kadın Türkiye’de aldığı apartmanda da aynı kira sistemini uyguluyordu.

Didim’e geldik. Engin bizi bir noktada karşıladı ve kalacağımız daireye götürdü. Daireyi dolaştık. İyi durumdaydı. İki oda bir salon iki banyo ve iki tuvalet vardı. Her türlü konfor sağlanmıştı. Mutfak donanımı tamdı. Engin’e ücretin geri kalan kısmını da verdik. Sonra apartmanın 20 metre yanında bulunan AVM’den gerekli yiyecek ve içeceklerimizi aldık. O gün dışarı çıkmadık. Birinci caddeye bakan balkondan gelen geçenleri seyrettik. Dinlendik..

Ertesi gün sabah erkenden apartmanın karşısında bulunan Emniyetin dinlenme tesislerine gittik. Kendimi tanıttım. Lokanta ve plajından yararlanacaktık. Görevli hepimize plastikten renkli birer bilezik verdi. Bilezik başına 2,5 lira ödedik. Tesiste avludan plaja inen merdivenlerin başında şezlong ve şemsiye veren görevliden 4 şezlong ve iki şemsiye aldık. Görevli bunları plaja indirdi. Denize sıfırdık. Dalgalar şezlongların ayaklarına vuruyordu. Plajın ilerisinde platform yapılmış. Yüzmeyi iyi bilenler oraya gidip platforma çıkıyorlar, uzanıyorlar ve güneşin altında kızarmaya başlıyorlardı. Biz de yüzmeye başladık. Çantaları korumak için sırayla yüzüyorduk. Hemen yanmamak için ilk günler güneşe çıkarken gömlek giyiyorduk. Yavaş yavaş yanmaya dikkat ediyorduk.

Öğlen saatlerinde merdivenleri çıktık. Avluda masalardan birine oturduk. Emniyet’ten verilen kartımıza muhasebeden para yükledik. Avlunun batı kısmında yemek dağıtılan tezgâh vardı. İçecekler de ayni yerdeydi. Sıraya girdik. Yemeklerimizi aldık. Yemekler iyi ve temizdi.

Akşam dairenin balkonunda oturduk. Balkon birinci caddeye bakan bir konumdaydı. Saat sekizden itibaren insan seli bir aşağı bir yukarı akmaya başladı. Dışarı çıktık. Biz de bu akan insan seline katıldık. Limana doğru yürümeye başladık. İngilizler lokanta ve kafelerde çoğunluktaydılar. En yeni elbiselerini giymişlerdi. Yemeklerini yiyorlar ve kafa çekiyorlardı. Lokantaların arasında türkü barlardan yayılan türkü sesleri kalabalığın gürültüsüne karışıyordu. Erkek garsonlar ve komiler. İngilizlerden bir kaç kuruş bahşiş alabilmek için olmadık şaklabanlıklar yapmaya çalışıyorlardı.

Türkü bara giremeyen yerli vatandaşlarımız da yolun kenarına dizilip barlardan gelen türkü seslerine eşlik etmeye çalışıyorlardı. Ara sırada yolun ortasına fırlayıp halay çekiyorlardı.

Limana doğru yürürken Poseidon heykelinin karşısında kitap satışı yapılan ve yazarların kitaplarını imzaladıkları bölüm vardı. Uzun saçlı bir adam da elinde mikrofonla kitapları tanıtmaya çalışıyordu. Serginin arkasında Vakıflar genel müdürlüğünün kapalı kampı vardı. Karanlıklar içindeydi. Sergiden aşağıya giderken yolun sağ ve solunda iki üç ve dörder kişilik gruplar müzik parçaları çalmaya çalışıyorlardı. Bazı gurupların başında meraklı vatandaşlar halka olup çalınan parçalara alkışlarıyla eşlik ediyorlardı. Ara sırada dört beş yaşındaki çocukların melodika seslerini duyuyordunuz. Ama en çok tuhafıma giden dört yaşında çocuğun eline darbuka verip dilendirmeye çalışanların rahatlığıydı. Geçenler darbukayı çalmaya çalışan çocuğun önündeki karton kutuya para verip acıyarak yürüyorlardı. Saat akşamım on birinde yatağında olması geren bu zavallıların burada işi neydi? Kapalı kamptan sonra kitapçı sergileri vardı. Beş liradan on liraya kadar istediğiniz kitapları alabiliyorsunuz. Hepsi korsan basılmış kitaplar. Hayret ediyorsunuz. Yirmi, yirmibeş liralık kitapları en fazla on liradan satıyorlardı. Üstelik reklam da yapıyorlardı. Kültür ve turizm müdürlüğü elemanları buraya uğramıyorlardı herhalde. Ben de bu kitapçıları gezdim. Benim ilk basıldığı zaman 10 TL’den den satılan kitaplarım korsanda İstanbul sahaflarında 15 TL’den satılıyordu. Amacım halen piyasada korsan olarak satılan kitaplarımı görme ümidiydi.

Az ilerde sol tarafta sahilde ertesi gün deniz gezisi için hazırlanan yatlar vardı. Yanlarından geçerken geziye müşteri bulmaya çalışan genç adamlar sizi gemiye davet ediyorlar ve ertesi günkü gezi için kayıt almaya çalışıyorlardı.

Apartmanın arka taraftan çıkışı doğrudan arka sokağa açılıyordu. Burasının girişine oldukça iri ve sarı ile kahverengi karışımı tüyleri olan bir köpek yatıyordu. Kimseye saldırmazmış Apartmana girenler önce onun üzerinden atlamak zorundaydılar.

Geceden sabah saatlerine kadar gelip geçenler vardı. Barlardan çıkan İngiliz gençler kızlı erkekli küfürler savurarak ve birbirleriyle dövüşerek kaldıkları yerlere gidiyorlardı. Yerli sarhoşlarda yollun sağında solunda mevzilenip yardım sever ayaklarıyla sarhoş İngiliz kadınlarına yaklaşıyorlardı.

Eski Didim’in canlılığı yoktu. Sanki o eski canlılık gitmiş ve biraz durağanlaşmıştı. Korkunç bir yapılaşma vardı. Apollon tapınağının olduğu alan bile şehrin ortasında kalmıştı. Mavişehir’den İzmir’e doğru gittiğinizde sağlı sollu her taraf betonlaşmıştı. Çılgın bir ev yapma yarışması vardı. Sahilden beş kilometre ilerde yazlık alsanız ne işe yarardı ki. Artık yeni yapılaşmayı bir yerde sınırlandırmak gereklidir.

Yedi gün denize girerek şezlong parası vererek her sabah plaja girmek için iki buçuk lira vererek geçti. Dikkatim çeken bir hususta evin parasını öderken, tesise girip çıkarken, şezlong parası öderken hiçbir belgenin tarafımıza verilmemesiydi. Eski Özel idare kampının sahiline inerseniz şezlong parası 15 lirayı buluyordu. Yüzdüğümüz yerde sekiz lira şezlong parası bize ucuz gelmişti. Buralara Maliye de uğramıyordu herhalde.. Giriş çıkışlarda belge ve makbuz denen şey yoktu. Ortada bir sürü para dönüyor ama devlete ait kısmı unutuluyordu.

Son gün apartmandan ayrılırken büyük kızım Oya ve Ece buzdolabında kalan tavuk yemeğini plastik bir tabağa koyup apartman bekçimiz köpeğe verdiler. Köpeğin yemeğini yedikten sonra tabağını çöpe atmak için beklerlerken karşı daireden bir kadın “Kızım o yemeğini yedikten sonra kâğıt ve tabağını gider çöpe atar” diye seslendi. Köpeğin bu inceliğine hayret ettik. Yedinci gün saat on birde evi teslim ettik ve İzmir’ e doğru yola çıktık.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.