Kasabanın en esnafları

Esnaf Ocakları,                                                                                                       

Bir eğitim ve öğretim yeri, doğruluğun, dürüstlüğün mekânı bilinir,                                                                            

En başta “Ahi Evran Ocağı” diyerek adlandırılırdı.                                                                      

Pir, Ahi Evran karısı Kara Fatma ile birlikte Moğol baskısına karşı mücadele etmiş bu toplumun bir değeridir.

Yörük Ali Efe’nin ölümüne değin yaşam sürdüğü Yenipazar kasabamızda; iz bırakan en esnaflardan bazılarını anımsayarak satırlara dökelim dedik…

Berber Dükkânları…                                                                                                  

Berber mekânları, bir zamanlar yörenin ajans yeri, haber merkezi idi adeta. Kırıştıran, karıştıran, anlaşan, kavga eden, aldatan, aldatılan insanlar konuşulur, en yumuşak ve hoş haberlerin de geçtiği, fanatik taraftarların buluştuğu, atıştığı yerlerdendir. Bir nevi kasabanın kalbi sayılır.                                                                   

Bizler, ortaokulda şapka giydik. Saçlarımız üç numara kesilir, her Pazartesi saç kontrolü yapılırdı. Çocukluğumuzda, birçoğumuz berber koltuğuna oturmuş, maharetli ellerinde takır-tukur ses çıkaran, mekanik, elle çalışan saç kesme makinası ile saçlarımızı kestirmiştik. O yıllarda saçlarımız makinaya takılan taraklarla 1, 2,3 numara olarak kesilirdi. Arada bir makine saçı kıstırır, yolar, can acısıyla çığlık bile attırırdı. Berber Veli, Muharrem, Yakup, Fenerbahçeli Sebahattin isimlerinin başlığında berber kelimesi etiketleriyle tanındılar.                                           

Ispartalı olduğu söylenen Sadık Amca, dökülmüş dişleri ile dükkân kapısına çıkar ve bir şey satan satıcılar gibi bağırırdı. Tıraş edelim filan da demezdi, adeta bir şeyler satıyormuşçasına dükkâna müşteri buyur ederdi.                                                                                                  

 “Büyrün, büyrün, büyrün efendim!”                                                                            

Helvacı Ünübolların Musdafendi,                                                                           

Bir zamanlar, helva dükkânında birkaç masa ve masada çeyrek ekmek ile tahin helvası yemenin dayanılmaz zevkini yaşamak da önemli bir damak tadı ve etkinliği idi. Beyaz önlüğüyle Musdafendi, çok ciddi bir esnaf görünümü çizerdi.    

Dedem ile muhabbetleri vardı.                                                                      

Birçok insanımızın uğrak yeriydi.

Yeşilova Bakkaliyesi Kocamemet Kemahlı,                                                        

Kasabanın en renkli simalarından bir esnaftı.                                                         

Heyecanlı ve asabi bir yapısı vardı. Kasabaya gelen devlet memurları ile çok iyi bağlar kurar, insanların da işini görürdü. Memurlar da olmadık şakalar yaparlardı rahmetliye. Dedemle öyle şakalar yaparlardı ki, güldükçe bana kızardı,      

“Dedene dua et, tokadı basarım ha!”

Son zamanlarda bakkal dükkânında,  kırtasiye malzemeleri de satardı. Bizim köye Veli Balcıoğlu öğretmenim tayin olduğunda, “Hocam üniversite bitirmemişsin, senin köy seni üniversite mezunu eder” diyerek esprili bir cümle kurduğu anlatılır.

Kasabamızdan göç eden Yörükler geçerdi, Kocamemed, göç yolunda kendisinden helva-ekmek alan Yörük kızına seslenir; “Ay kızım! Ben sana acıyorum karda, kışta, yazda gelip gitmektesin buralardan, ömrünüz yollarda geçiyor.”                                          

Yörük kızı hemen cevap verir;                                                                                         

“Amcam asıl ben sana acıyorum. Biz, yayladık, kışladık, bahar gördük, sen g*t kadar oturakta sabah otur, akşam otur, işin zor bre amcam” dediği anlatılır.                                             

Hakikaten Mehmet amca, küçücük taburesinde sıklıkla dükkânının önünde otururdu.  Kemahlı ailesi, deden toruna esnaflık ocağını yakmaktadır.

Kasabanın tam ortasında “Hüseyin’in Kahve” vardı.                                                   

Şimdi Turgut Özal Parkının köşesinde kalan yerde, kasabanın kalbinin attığı yer olarak bilinen merkezi bir mekândı. Seçimlerde parti toplantıları burada yapılır. Köylü, ovalı herkesin buluşma yeriydi.

Son zamanlarda Hüseyin Efendi burayı kiraya verdi. Allah rahmet eylesin,           

”Dalamalı” olarak tanınan Rıfat ağabey renkli bir kişilik olarak burada yıllarca çalıştı. Dedem rahmetli ile oturuyorum, bir müşteri kahveyi beğenmedi, yere fırlattı. Dalamalı sakin bir şekilde, bize göz ederek, çöpe dökülmüş artık kahveyi topladı, cezvede ısıttı, aynı müşteriye sundu. Adam “Ha işte! Böyle olma mı bu? Kahve dediğin böyle olmalı” diyerek höpürdeterek içmeye başladı…       

Bir defasında Rıfat ağabey, Taksici Fuat, Kara Ali ile Tek yapıcı Musdabeyin Pazar eşyası taşıdığı arabasının üstüne oturmuşlar, oyun havaları çalan teyp ile şarap şişesine doldurdukları koladan içerek, “Dur Musdabey, yürü Musdabey”  diyerek,  arada bir durdurdukları seyyar arabasından inerek “Harmandalı” oynayarak, sarhoş numarası ile ortalığı kırıp geçirdiklerini anımsarım…   

Ali Paşanın Dükkânı...                                                                                             

Kasabada aradığınızı bulamayacağınız bir tek dükkân vardı. O da Ali Paşanın Çerçi dükkânıydı. Ali Paşa amca fötr şapkası ile masada oturur, göçmen Ayşe Teyze yıllar yılı sırtında aynı gri önlüğüyle hiç durmadan çalışırdı. Bu iş yerinin her bir şeyini o bilirdi. İz bırakan esnaf ocaklarından unutulmaz bir yer olarak hafızalarımızda yer aldı. Daha sonra bu mekânı rahmetli Hikmet Açan işletti…

Manifaturacı Hüdaverdi Bostancı…                                                                    

Genelde Hüdaverdi Bostancı’nın manifatura dükkânında nişanlık alımlar yapılırdı. Bu işleme “Pusat kesimi” denilirdi. Dağ köylerinin kefili genelde dedem olurdu.

Eskiden nişanlarda oğlan-kız evinde adeta sergi açılırdı. Gerilen iplere Gelin, Damat, kaynana, kayınbaba ve akrabalara alınan kumaşlar, basmalar, pazenler, gömlek ve pantolon kumaşları, Ayakkabılar topuklarından asılmış, yazmalar, yaşmaklar, mendiller ve yağlıklar ile allı güllü bir Pazar yeri gibi çeyiz serilirdi. Amcam ve küçük halamın düğününde benim ve kuzenlerim için de gömleklik kumaşların çeyiz sergisinde yer almasından önemsendiğimizi anımsayarak ne kadar mutlu olduğumuzu anlatamam.

Bakkal Mü’minlerin Ali,                                                                                              

Çarşı içinde bakkal Ali bey amca, hassas ve tertipli, bir o kadar da asabi bir kişilik sahibiydi. Elinde bir sopanın ucuna tutturulmuş bezleri sallayarak dükkânda hiç durmadan toz alır, temizlik yapardı. Alış verişe gelen çocukları radar gibi kontrole alır, dokunulan şeyleri hemen kendisi yerine koyardı,                                                  

“Aman çocuğum dikkat et, aman çocuğum…”                                                               

Etraftaki büyükler, bir çocuğun eline birkaç lira vererek Bakkal Ali’ye gönderirlerdi. “Ali amca 2 liralık davul tozu verecekmişsin”                                                                 

Bu çocuklardan biri de İbrahim Ayvazoğlu idi,                                                                                              

Amca 3 liralık minare gölgesi istiyorlar”                                                               

Parayı alan Ali Bakkal, çocuklardan yakaladığını döver, kaçana söverdi. Kıramadığı kişilerin bu şakaları yaptığını bilirdi,                                                  

“Ekmek paranı davul tozu parandan kestim” diyerek hiçbir şeyi kaçırmadığını ima ederdi. Keyfi yerindeyse, şakaya şaka ile cevap verirdi;                                                                                             

“Çocuğum tabak getir”                                                                                              

Tabak gelirse;                                                                                                           

“Çocuğum kapak getir, ya uçarsa!”                                                                           

Kapak gelirse;                                                                                                          

”Ben de davul tozu kalmadı, öte bakkala gidiver.”                                                         

Kısacası Şaka, şaka ile karşılık bulurdu.                                                                                    

Rahmetli Jeep şoförü Birol Ercan Abi, Helvacı Necdet, Pideci Fevzi ve Mehmet Sümer kardeşler, Kahveci Fevzi, Köfteci Mahmut, Kasap Mahmut, Fırıncı Nasuh Elmas Dede, Dr. Bedriye, Dr. Fethi Algan, Eczacı Cemil Algur…

İz bırakanlardan bazılarını aktardık. Adını anamadıklarımız da var şüphesiz. Bağışlasınlar. Kalanlara sağlıklar dileriz, vefat edenleri de rahmetle analım.                                                                                           

Aslında bugün ihtiyacımız olan sevgi, saygı, espri ve yardımlaşma olgularını en iyi o eski günlerde yaşadı insanlarımız. Bu esnafların birçoğu kasaba gündemine hâkim oluşları yanında, köylü, kasabalı başı sıkışan herkese bir şekilde maddi, manevi yardım etmeye çalışmaları da unutulmaz bir gerçektir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
5 Yorum