Parasız yatılı

Bizim zamanımızda devlet parasız yatılı okulları vardı. Maddi durumun belgelenmesiyle sınavlara katılarak birden fazla okula kayıt hakkı da kazanırdık. Dört yatılı okul kazanmam rahmetli babamın en mutlu olduğu an olsa gerek.

Bir dağ köyünde yaşamak ve mağduriyetini de tatmak da varmış kader denen mefhumda. Kırk küsur yıl önce ortaokuldan sonra Ziraat Teknisyenliği, Aydın Lisesi derken idealim olan Mersin yatılı Öğretmen Okulunu kazandı belgesi 25 gün sonra elimize ulaştığında geçen 25 günde yedeğimi almışlar. Sonra yas tutarak devlet parasız yatılı kazandığım Sanat Enstitüsüne başladık…

40 yıl sonra okulun Pilav gününe git…

Azizim insan yaşlanmayı mı kabul etmiyor, geçen zamanın mı farkına varmıyor hayret! Az da değil hani 60 yaşına yaklaşmış saçı dökülmüş, göbekli, ak saçlı insanların arasından sınıf arkadaşlarını aramak, adını sormak…

Geçen yıllarda okula uğradım. Bir öğretmen ve birkaç öğrenciyle lafladık. 70’li yıllarda yatılıydık dediğimizde bir öğrenci “Amca siz tarihi esersiniz” demesi bizi gülümsetmişti.

Sınıf arkadaşımız Sevgili Önder Özden de okulunda, okulumuzda müdür yardımcısı olarak görev yapmıştı. Pilav gününü öğrendik. Hep birlikte gayret ederek, Önder hocanın da çalışmasıyla bir şekilde Mayıs ayında toplanmıştık. Öğretmenlerimizin tamamına yakınının vefat ettiğini öğrendik.

Ölen, göçen, hastalanan, gelemeyen, haberi olmayan, ulaşılamayan haricinde zor tanıdık birbirimizi. Adımızı filan birbirimize sorarak, 40 yıl sonra yeniden tanışmamız hoş bir duygu. Beydağlı Hasan Kahraman’ın oğlu şehit düşmüş, 3 gün önce torunu olmuş, saçı dökülmüş. Özverililerimiz de vardı. Söz gelimi Osman Baştan, İstanbul’dan uçakla gelip akşam uçağıyla döndü. Akköy'de okul müdürlüğü yapan hemşerimiz Mustafa Hoca ile gittik. Mustafa’nın ve Aliş’in eşi vefat etmiş. Bazı arkadaşlarımızın da vefatını öğrendik. Eskişehir’den gelen Abdil öğretmen, parlayan saçları ile dikkatimizi çeken müteahhit Ferhat, Elektrikçilik yapan Adnan, Ödemiş Belediyesinde çalışan İsmail Bahçe yine her zamanki gibi şen şakraktı. İsmail alt sınıfları çok iyi hatırlamasını bizden sonra iki yıl daha beklemeli kaldığını, çift dikişle sağlamca diploma aldığını gülerek anlattı. Sigortacılık, kamyonculuk ve devecilik yapan Ömer Lütfi renkli bir arkadaştı. Bir ara güreş develerini de konuştuk, arada Kamil Ağaya (Çineli işadamı Kamil Tuncer) bir daylak sattığını da söyledi.

Acı haberlerle sarsıldık bu okulda. Son sınıfta iken benim babamın genç yaşta vefat haberini Yıldırım telgraf ile öğrendim. Şimdi öğretmen olanTuran Kırbaş arkadaşımızın babası da aynı yıl vefat etmişti.

Ufuk Bey ve ressam eşi Karşıyaka’dan gelerek Belediye Kültür salonunda resim sergisi de açmışlar. İstanbul’dan, Antalya’dan, Burdur’dan, Isparta’dan gelenler vardı.

Ayrıca yatılı yemekhanesinde o günlerde kuyruğa girerek masalarımızda yine aynı şekilde yemeklerimizi yedik. Okul yöneticilerimize, çalışanlarına teşekkürü borç bildik.

Bizden yıllar sonra, yatılı okulumuzdan mezun olmuş, eski Devlet Bakanı ve ANAP Genel Başkanlarından Erkan Mumcu da aramızdaydı. Aydın CHP Milletvekili Hüseyin Yıldız’da bizim okulu bitirmiş. Milletvekilliği ve belediye başkanlığı yapanlar ve yapmış olanlarda var…

Önder Hoca, günümüzün eğitimini buruk bir halde özetledi; “14-17 yaş arası çocukları sınıfta avutuyoruz adeta. Öğretmen Hanıma öğrenci soruyor; Hocam niye makyaj yapmadın? Şöyle azıcık sürüp sürüştürseydin ya!”

13 yaşında geldiğimiz bu okulda biz öğretim yanında eğitim gördük. Öğretmenlerimizin yanında saygı, korku karışımı bir haldeydik. Okul bizi eğitti, öğretti, meslek verdi. Bu arada 70’li yılların gerçeği siyaset ile de tanıştık. İlk yıl okulda boykotlara katıldık. Siyasi görüşlerimiz çocukluk, gençlik, geçiş döneminde filizlendi. Etüt ortak sınıfta yapılırdı, sıralar arasında romanlar saklanır. Devrim yapmak isteyenlerimiz ile Dünya’daki Türkleri kurtarmak isteyenler… Ülke gündeminde o yıllarda gözünü kırpmadan ipe giden Deniz Gezmiş ve arkadaşları… Bizler izliyorduk. Gün geçtikçe ülkemiz gibi bizler de guruplaştık, keskinleştik. Okul yetmedi, sokakta birbirimize girdik. Yatılı olarak hababam sınıfını da aratmazdık. Kitap okurduk.

Gece birbirimizin yüzünü boyar, sabah karşılıklı bihaber gülerdik. Uyuyanı bardaklar su dökerek, çiş diyerek, yatağını ıslatmaya çalışırdık. Olmadı mı su Dökerdik. Gazozuna maçlar yapardık.

Müzik desen; Cem Karaca, Barış, Erkin Baba, Edip, Selda, Fikret Kızılok ve İlhan İrem halen dinlediklerimizdir. Müzikte o yıllarda kaldım ben, şahsen müzik demek o yıllar demektir benim için.

Yatılıda düzenli olmaya adapte edildik. Sabah yatağını düzenleyeceksin, dolabın tertipli olacak, Terliğin ve pabucun yerine konulacak. Kitapların kaplı ve temiz olacak ki, alt sınıftan gelecek arkadaşların kullanabilsin. Te cetveli ile kılıç-kalkan oynayanlarımıza öğretmenlerimiz sizden sonra onu kullanacaklar var dediğinde duygulanırdık. Şartlanırdık, atölyedeki malzemeler kutsal, devlet malı, gözün gibi sakınacaksın, disiplinli olacaksın.

Disiplin yaşamımızın her alanında kurulan bir düzendir. Yaptırımı aslında kişilerin eğitimi ile kendiliğinden sağlanan bir olgu olduğuna inanırım. Gündelik yaşamda, sokakta, apartmanda yaşamak da eğitimli olmakla toplumsal düzen sağlanır. Ne yazık ki, sokağa çöp atan, izmarit fırlatan, köpeğini parka, çimlerin üzerine kaka yaptıran, orada çocukların oynayacağını düşünmeyenlerimizle birlikte yaşıyoruz. Apartmanda 1 lira otomat parasını ödememeyi kar sayan insanlarımızla iç içeyiz. İnsanımızın kurtuluşu eğitimden geçer. Önder Hoca haksız da değil. Zaten yönetenlerimizde eğitim sistemimizi defalarca hallaç pamuğu gibi evirip çevirmekten geri kalmadılar. Bu toplumun temelinde bu eğitme felsefesi vardı.

Her nasılsa yitirdik onu başımız sağ olsun!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
7 Yorum