Sus, sus, sus!

“Sus, sus, sus kimseler duymasın,
Sus, sus, sus başkası duymasın”.

 

sus.jpg

Hastalık” ve “aşk” içine düşmemek için özen gösterdiğimiz, ama en hazırlıksız anımızda kör gibi düştüğümüz kuyuya benzer. 

Bu benzetmeyi beğenmeyenlere derim ki, “düşmeye gör, düşme…”

Atatürk resimlerinden sonra duvarda en çok kalma rekoru kıran sağlık kuruluşlarındaki   ‘suss!...’ işareti yapan güzel hemşireyi görmeyeniniz  yoktur.

Bu hemşirenin kim olduğunu hiç düşündünüz mü? Ben de sizin gibi  hiç düşünmemiştim, ta ki  geçen yaz  bir doktorun karşısına oturana kadar.

İçeri girdiğimde doktor “O, hocam, hoş geldiniz, bu ne  sürpriz” deyince, hasta olduğumu bir an unutuverdim. Belli ki, doktor eski bir öğrencilerimden biriydi. Oradan buradan biraz hasbıhal ettikten sonra “Evet, hocam  dinliyorum, konuşma sırası sizde” deyince, gözlerim doktorun arkasındaki duvarda asılı, yıllardır bize ‘sus’ demekten bıkıp usanmayan o güzel hemşireye takılıp kaldı.

Öğrencim olan doktoru karşısında olmanın getirdiği rahatlıkla  “Konuş diyorsun ama arkandaki duvarda asılı hemşire ‘sus’ diyor, hanginize dinleyeyim? Konuşayım  mı, susayım mı?” deyince içerideki atmosfer bir kez çığırından çıktı.

Neyse, anlattık derdimizi. Reçeteyi alarak çıktım dışarıya ama bu güzel hemşirenin gerçekte kim olduğunu düşünmeye başladım.

“Arayan Mevlâ’sını da bulur belâsını da” diyenler boşuna söylememişler meğer. ”Keşke araştırmasaydım, hemşire olduğunu yıllardan beri içtenliğimle inandığım o güzel kadın keşke  içimde “hemşire” olarak kalsaydı…

En iyisi, ben de çekileyim aradan, kim olduğunu bir gözete haberinden birlikte öğrenelim: 

“O fotoğraf, 1976 yılında çekildi, yirmi yaşında falandım, Türkiye’de manken olarak o günlerde on, on iki kişi kadardık. Annem terzi, babam subaydı. Ajans yetkilisi, bir ilaç firmasının sağlık kuruluşları için ‘sus işareti’ katalogu deneme çekimleri yapılacağını, benim dışımda başka mankenlerin de fotoğraflarının alınacağını söyledi. Beğenilen fotoğraf hastanelere koyacağız, sus işareti yapacaksınız, dedi.

Benim resmimin seçildiğini sonradan öğrendim. Sırtımdaki hemşire elbisesini Haseki Hastanesi’nin başhemşiresinden ödünç almıştık. Kan görmekten ödüm kopar, hiç hemşirelik yapmadım.

Yaşım ilerledikçe mankenliği bıraktım, Bodrum’da turizm işine atıldım ”

O resim benim başıma neler açmadı ki?

Almanya’da da bir diş polikliniğine gittim. Meğer doktor Türk’müş. Duvarda  fotoğrafımı görünce şaşkına döndüm: “Nereden buldunuz bu fotoğrafı?” deyince, doktor: “Aaa, o , benim gizli aşkım, onu çok seviyorum; bayılıyorum o hanıma!” demesin mi?

Sustum kaldım, dilim tutuldu. Hiçbir şey söyleyemedim. Sonra: “Yoksa siz misiniz?” dedi. “Yok, o benim kardeşim.” dedim.

Oğlum Amerika’da yaşıyor, ben Bodrum’da.”(Kaynak:  19 Mayıs 2018/ A.A)

Hemşireden bahsedilir de, ‘hemşire’ sözcüğün kökenini öğrenmezsek ayıp olmaz mı?

“Hemşire” Farsa bir sözcüktür; “hem” yakınlık, hısımlık, aynılık, “şir” süt demektir. İsimlerin sonundaki -e/a,ye/ya,iyye ekleri dişiliği imlediğine göre,(Ali-Aliye,Huri-Huriye, Arif-Arife, Remzi-Remziye….) “hem-şir-e” sözcüğünün sonundaki ‘e’,yani dişilik ekini de hesaba katarsak aynı yerden süt emen, kız kardeş demek olduğu anlaşılır.

Yani hemşirelere ‘hemşire hanım’ diye seslenirken bilmeden ‘bacım, kardeşim’ demekteyiz.

İngilizcedeki ‘hemşire’ anlamına gelen ‘nurse’ sözcüğü de aynı anlam içeriyor; sözcüğün aslı ‘wet-nurse’, zamanla sadece ‘nurse’  biçimiyle dilde son şeklini bulmuş, ‘süt-anne’ demektir.

Son yıllarda İzmir hastanelerinde erkek hemşireler daha çok tercih edildiğini gözlenmektedir. İyi, güzel de… Karşınızdaki hemşire bir kız / kadın değil, her şeyiyle tam bir erkek.  

Bir erkeğe bile bile nasıl ‘kız kardeşim’ diye seslenilir?

Haydi, bilmeden seslendik diyelim. Ya erkek hemşire, “Hemşerim, cinsiyetimden şüphen mi var!?” deyip üstümüze doğru gelirse…

Olur mu, olur.

Durup dururken al başına belâyı!..

Bu kargaşayı Türk Dil Kurumu acil bir çözüm bulmalı, evet bulmalı… (Anımsatma: Farsçada sözcüklerin sonundaki ‘in’ eki bir şeyin neden yapıldığını gösterdiğine göre, ‘Şir-in’ sütten yapılma, ‘zerr-in’  altından yapılmış demek olduğunu anlıyorsunuz)

“ Oldu olacak, kırıldı nacak” diyerek, madem “hem-şir-e” sözcüğünün nereden geldiğini öğrendik, askeri bir terim olmasına karşın ‘taburcu’ sözcüğünün askeriyeden daha çok neden sağlık kuruluşlarında kullanıldığını da öğrenelim mi?

Osmanlı’yı paylaşım savaşları, değişik cephelerde devam ettiği günlerde Anadolu’da askere alınacak delikanlı kalmamıştır. Son çare olarak akıllara “Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i Şahane”  adındaki tıp okulu öğrencileri gelir. Bıyığı terlememiş tıp öğrencileri ellerindeki kalem bırakıp savaşa gönderilir. 

Bu çocuk askerler, bir hafta önce öğrenci oldukları binaya yaralı asker olarak gelirler. Bugünkü anlamda hemşire ne gezer; yaralı gençler konum komşu kadın ve kızları tarafından bakılır.

Yaralı asker kaşından akan kanı temizleyen hiç tanımadığı bir kıza/kadına ‘hem-şir-e’ demesin de, ne desin?

Yaralı  gençler savaşacak kadar iyileştiklerinde ellerine tutuşturulan evrakta “Taburcu” yazmaktadır. Bu söz,  “Haydi, köyüne, yavuklunun yanına gidebilirsin” anlamında olmayıp  “Savaşacak kadar sağlığına kavuştun, derhal geldiğin taburuna dön” demekti.

İşte bu yüzden, o günlerin unutulmaması için güzel Türkçemize “taburcu olmak” diye bir deyim böyle yerleşmiştir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum