Ahmet KELEŞOĞLU

Ahmet KELEŞOĞLU

Yabancı dil merakı

Yabancı dile merak saldığım ortaokul yıllarıydı.

What is your name? My name is Ahmet.

Çocuktuk küçüktük desem yalan olur şimdi. Ergendik büyümüştük desem yine doğru olmaz. Ama o yaşta boyumuzdan büyük işlere kalkıştığımızı söyleyebilirim.

Sıska bedenimiz içindeki enerjisiyle bitmek bilmeyen yolları arkasına atarken, her yeni günün sabahında keşfedilmeyi bekleyen rotasız yollar bizi cömertçe karşılamıştı. Orta birde Türkçe ve Matematikten sınıfta kalmıştım. Bir yıl boyunca iki ders için okula gidecektim. Herkes bir üst sınıfa geçmişken ben ve birkaç müzmin tembel arkadaş tökezlemiştik. Bütünleme sınavlarına girmemize rağmen yine de sınıfı geçemedik. Tembelliğimizin yanında haylazlığımızla da dikkatleri üstümüze çekiyorduk. Benimle birlikte sınıfta kalan birkaç arkadaş benim kadar haylaz sayılmazdı. Hocalarda ona göre marifetlerini gösteriyordu tabii.

Dayak, cetvel, tokat…

Sınıfta kalıp zayıf olan dersleri tekrar etmek biraz gurur kırıcıydı. Kaldığın derse yeniden giriyorsun, her çift dikişliler gibi en arkada oturuyorsun, okula yeni başlamış arkadaşların hiç birini tanımıyorsun.

Bir mahcubiyet hali ister istemez kendini gösteriyordu. Sınıfta tanıdığım iki öğretmenden biri Türkçeci diğeri de matematikçiydi. Biliyorum ikisi de en bela adamdı dersem beni yadırgayacaksınız. Ne yapabilirim maalesef öyle. Bir tanesi yumrukla döver, diğeri ceketin arkasından kaldırdığında ayaklarımızı yerden keserdi. Sonrada tokadı yapıştırırdı. O anda sen uçaktan atılmış paraşüt gibi yere çakılırsın. Artık kafan mı sıraların üzerine çarpar, yoksa o ince bileklerin mi sıraların arasına sıkışır bilemezsin. Sersemlemişsindir başın dönüyordur. Aslında bütün bunlar beyinde yanlış algı oluşturuyordur. Sana sınıf dönüyormuş gibi gelir.

Varlığımızdan haberleri yokmuş gibi davranıyorlardı nedense. Akıp giden zaman içerisinde nefretle baktığımız, istemeyerek derslerini takip ettiğimiz hocalarımıza bile hoşgörüyle bakmaya başlamıştık. Yoksa dayak ve cezalar bizi uslandırmış mıydı? İşte bunu bilmiyorum. Ama hiç bir şey olmamış gibi davranmak daha doğru olur diye düşünmüştüm.

Aylar geçip gitti. Artık cezamızı kabullenmiş mevcut durumu içselleştirmiştik. Bundan sonra biraz daha dikkatli olmamız gerekiyordu. Yoksa tasdikname alabilirdik. Tembelliği ortadan kaldırmak mümkün değildi belki ama yaramazlık yapmamak elimizdeydi. Biraz daha büyümüştük. Üstelik yeni gelenlere göre daha tecrübeli sayılırdık. Haftanın birkaç günü okula gidiyor kalan günleri ise boş boş sokaklarda geziyorduk. Okul sonrası yaşamımız böyle devam edemezdi. Bir şeyler yapmamız gerekiyordu. Tam da bu zamanlarda yabancı dile olan merakım aklıma gelmişti. Bir karar vermeliydim. Boş zamanlarımda İngilizce çalışabilir yabancı dilimi geliştirebilirdim. Böylece dile olan merakı mı da giderebilirdim. Bu nasıl olacaktı? Hoca yok, kitap yok, turist hiç yok. Aslında bu çok sıradışı bir durumdu. Hele ki benden hiç beklenecek bir şey değildi. O sıralarda benden iki yaş büyük olan ağabeyimi babam okuldan almıştı. Orta birde karnesinde yedi tane zayıf gelince, okumayacak bu çocuk deyip karnesini yırtmıştı. Şubat tatili bittiğinde artık okula gitmeyecek babamın berber dükkanında çıraklık yapacaktı. Öylede oldu. Herkes okula giderken o berber dükkanına gidiyor asabi olan babama dükkanda çıraklık yapıyordu. Aradan uzun bir zaman geçmemişti ki ağabeyim İstanbul'a teyze oğullarının yanına kaçtı. Kaçtı diyorum çünkü birden kaybolmuş ve eve hiç gelmemişti. O zamanlar evden kaçmak modaydı. Memleketten hayattan ve babamın baskısından o kadar nefret etmişti ki altı yıl boyunca kasabaya hiç dönmedi. Hatırlıyorum askerlik evraklarını almaya geldiğinde annemin elini öpmüştü.

Neyse bu mevzuyu yeteri kadar uzattım.

O yıllarda İstanbul'da yaşayan ağabeyimden İngilizce kitapları istemiştim. İngilizce Türkçe sözlük ve birde Gramer kitabı. Hiç unutmam kitaplar kasabamızın tek seyahat firması olan Ünye Ekspres sayesinde elime ulaşmıştı. Ben artık fazla boş olan zamanımın bir kısmını İngilizce çalışarak geçiriyorum. Present perfect tense, Present continuous tense.

Nihayet ortaokulu bitirmiş eğitim hayatımın birinci etabını bir yıllık fireyle tamamlamıştım. Çocukken biraz marazlı olduğumdan babam beni okuldan almamıştı. Belki de çırak olarak bir yerlere verse o zayıf sıska halimle ölür kalırım diye mi düşünmüştü? Bilmiyorum. Ama ağabeyime göre daha şanslı olduğumu söyleyebilirim. Babam benimde okumayacağımı anlamış olmalı ki, akrabamız olan bir öğretmene, "bunu bir okula yazdır kısa yoldan hayata atılsın bununda okuyacağı yok" demişti. Uzatmayalım kaydım Ticaret Lisesine yapıldı. Benimde artık kısa yoldan hayata atılmam için bir hal çaresi bulunmuştu. Küçük kardeşim ise Meslek Lisesinin ağaç işleri bölümüne kayıt yaptırdı. Maalesef kardeşim de siyasi olaylar yüzünden ikinci sınıfta okulu bırakmak zorunda kaldı. On iki Eylül öncesi olayların hat safhaya çıktığı o günlerde okula gitmek iyice zorlaşmıştı. Nedense kasabanın okullarının tamamı aynı bölgedeydi. Lise, Ticaret Lisesi ve Sanat Okulu. Bir tek İmam Hatip Lisesi biraz daha ilerideydi ama o da aynı yolun güzergâhında sayılırdı. Olaysız geçen günümüz neredeyse yoktu. Öğrenciler, öğretmenler, polisler dışarıdan olaylara katılan kişiler herkes birbirine girerdi. Taşlar sopalar havada uçuşurdu. Aralardan sağa sola kaçarak birkaç devrimci hocanın sayesinde kafayı gözü patlatmadan çıkardık o kargaşadan. Annem bu okul gidiş dönüşlerimi sabırsızlıkla bekler eve dönüş saatimi iple çekerdi. Bu çileye değer miydi? Belki de hakikatten bu okul, kısa yoldan hayata atılmanın giriş kapısıydı. Bunu bilmiyoruz tabi.

Meslek dersleri daha ağırlıklıydı. Mali Cebir, Pazarlama Satış. Matematik, Fizik yok. O dönem Milli güvenlik derslerine askeriyeden komutanlar gelirdi. Mümessil Dikkaaayyyt…dediğinde omuzunda yıldızlarıyla, gösterişli şapkası ve yeşil askeri üniformasıyla bir subay içeri girerdi. Bu seferde o dersliğin çılgınları esas duruşa geçer teneffüs zili çalana kadar kimsenin gıkı çıkmadı. İngilizce dersleri ise çoğu zaman boş geçmişti. Üç yıl boyunca formasyonunu almış bir İngilizce öğretmeninin atandığını hatırlamıyorum.

Ara sıra kasabada avukatlık yapan birinin dersimize girdiğini hatırlıyorum.

Good morning, Sit down.

Bir İngilizce hocamız olmasa bile dersimize gelen avukatı sabırsızlıkla beklediğim olurdu. Çözemediğim bazı zaman geçişlerini hocaya soracak notunu aldığım birkaç soru içinde yardım isteyecektim. Arkadaşların bir kısmı ise hocayı da, dersleri de fazla ciddiye almazlardı. Sınıfta yirmi üç yaşında mesleği balıkçılık olan bir arkadaşımız bile vardı. Hocaya bir soru sormaya kalktığımızda bu arkadaşlar hemen devreye girer dersi kaynatmanın bir yolunu bulurlardı.

Zaten ara ara okullar tatile girer zaman zamanda dersler boykot edilirdi. Doğru dürüst bir eğitim hiç bir zaman olmadı. Sistemsiz karışık anlaşılmaz bir sürü şey. Tabi bu hengâmede bazı arkadaşlarımızda siyasi olayların dezavantajlı durumları ile karşı karşıya kalmıştı. Bu yüzünden hapis yatan arkadaşlarımız oldu.

Olayların yoğun olduğu zamanlarda okulu polis kordonuyla terk ettiğimiz çok olurdu. Son sınıfa geldiğimizde okula gitmediğimiz gün sayısı neredeyse gittiklerimizden daha fazlaydı. Hiç unutmam okulların tatile girmesine üç ay kala eğitime ara verilmiş, çoğu dersleri öğretmenler kurul kararıyla geçmiştik.

Sıra Üniversite sınavlarına gelmişti. Arkadaşlarımızın yarısı sınavlara müracaat bile etmedi. Zaten birçoğu diplomayı alıp normal yaşamına devam edecekti. Ben ise sınavlara, yine ağabeyimin temin ettiği Üniversiteye hazırlık kitapları ile biraz olsun hazırlanabilmiştim. O dönemde sınavlar her yerde yapılmazdı. Bir arkadaşla kasabamıza en yakın il olan Samsunda sınava girmiştik. Sınavın yapıldığı okulda fazlaca güvenlik önlemleri alınmıştı. Sınav salonuna girerken de çıkarken de zorluklar yaşadık. Hiç unutmam kaptırdığım sınav giriş belgesini bir polisin yardımıyla ve zorlu bir mücadele sonunda geri alabilmiştim. Tek aşamalı sınavda, Matematik Fizik gibi ana branşların yanında Genel Yetenek ve Aktüalite gibi alanlarda vardı. Uzun bir bekleyiş sonunda sınav sonuçları elimize ulaşmıştı. Yanlış tercih yüzünden hiçbir yere yerleşememiştim. Yabancı dil puanı ile toplam puanım yüksek gelmişti. Önce Samsun Yabancı diller yüksekokuluna gidip ön kayıt yaptıracaktım. Sıralamayı yapan sekreter puanımı sordu. Dört yüz kırk dediğimde kafasını kaldırıp ayağa kalktı. Ne olduğunu anlayamamıştım. Sekreter, “şu ana kadar gelenlerin içinde en yüksek puan, hemen kaydınızı yapalım” dedi. “Okulu bitirdiğimizde öğretmenlik hakkı elde edebiliyor muyuz?” diye sormuştum. “Hayır, burası üç yıllık yüksekokul, burayı bitiren mütercim tercüman olur” dedi. Kaydımı yaptırmadan dönmüştüm.

Zaten memleketimden çok uzaklara gitmek istiyordum. Nasıl olsa toplam puanımla bir yerlere kaydımı yaptırabilirdim. Ama aklım Samsun'da kalmıştı. İzmir'e gittim. Ege Üniversitesinde maliye bölümünde açık vardı. Kayıt yatırdım.

Bir yıl sonra okulumuzun hemen bitişiğindeki yabancı diller yüksekokulunun eğitim süresinin dört yıla çıktığını ve öğretmenlik hakkı verildiğini üzülerek öğrendim.

Gerçi İzmir'de yaşamak öğrenci olmak bir ayrıcalıktı enim için. Sanki insanıyla denizi ve doğasıyla medeniyetin temelleri burada atılmıştı.

Teşekkürler İzmir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
3 Yorum