Aydın’ın potansiyel kaynakları

Hava soluyarak yaşarız da havanın değerini bilmeyiz. O kadar çok değerli şeylere sahibizdir de, bunların farkında olmayız. Sahip olduğumuz değerlerimizin farkına ancak onları yitirdikten sonra varırız.

Ana babamızın değerini de, onların ölümlerinden sonra anlar ve “Keşke babam sağ olsaydı, anam sağ olsaydı” der, onları yitirdikten sonra onların desteğine ihtiyaç duyarız.

Güzel Aydın’ımızın çok önemli değerlerini pervasızca çarçur ettiğimizin, bir daha asla geri kazanamayacak şekilde yitirdiğimizin farkında değiliz. Yitirdiklerimizin ne kadar değerli olduklarını, ancak onları yitirdikten sonra anlayacağız. Anladıktan sonra da iş işten geçmiş olacak.

Aydın, zengin yerüstü ve yeraltı potansiyel kaynaklara sahip olmasına rağmen, bu kaynakları gerektiği gibi yeterince değerlendirememektedir.

Aydın’ın sahip olduğu bu zengin potansiyel kaynakları, Turizm ve Turizme Dayalı Potansiyel; Tarım ve Tarıma Dayalı Potansiyel kaynaklar olarak ele alabiliriz.

Yazımın bu bölümünde, Aydın köylü, çiftçi ve üreticilerinin karşılaştığı ve yaşadığı sorunların bir kısmını ve bu konularla ilgili görüş ve düşüncelerimle çözüm yollarını; gelecek bölümlerine ise, Aydın Turizmi ile ilgili görüş ve düşüncelerimi yazmak istiyorum.

Gerçekte, bu konular sadece Aydın ve yöresindeki köylü, çiftçi ve üreticilerin değil, ülkemizdeki tüm köylü, çiftçi ve üreticilerin de sorunlarıdır.

Aydın’ın tarımsal üretim potansiyelini ele alacak olursak, genel olarak sahip olduğu engebeli ve dağlık arazi yapısı, Aydın’ın tarıma pek elverişli olmadığı izlenimim verse de, bölgede hüküm süren Akdeniz ikliminin, Aydın’ı tarıma, Akdeniz’e özgü ve Aydın çiftçisinin ana geçim kaynağını oluşturan zeytin üreticiliğine elverişli hale getirdiğini görürüz.

Ancak, üretimin istenen düzeyde olmadığı da aşikârdır. Zeytin ve zeytinyağı üretimini artıracak önlemlerin alınması amacı ile yeni ve daha üstün nitelikli, verimli zeytin ağaçlarının yetiştirilmesinden vazgeçtik; mevcut zeytin ağaçlarını dahi koruyamaz duruma geldik. Aydın köylü ve çiftçisinin ana geçim kaynağı olan zeytinlikler, Jeotermal enerji elde etmek için heba edilmiş durumdadır.

Elbette, elektrik üretimi için, jeotermal enerji kaynakları da dahil olmak üzere, çeşitli enerji kaynaklarına ihtiyacımız vardır. Günlük yaşantımızda, asla vazgeçemeyeceğimiz elektrik akımı olmadığında karşılaştığımız zorlukları anlatmaya gerek yoktur.

Ancak, ağır metaller jeotermal enerji gücü sayesinde, elektrik enerjisi üretiminde kullanılan, kurşun ve kobalt gibi ağır elementler ile kükürt içeren su/buhar karışımı, doğrudan Büyük Menderes Nehrine verilmemeli, yeniden yeraltına enjekte edilmeli; su buharı da, bacalara süzgeç takılarak süzülmeden atmosfere verilmemelidir. Aydın Köylüsünün ve çiftçisinin geçim kaynağı ellerinden alınarak başkalarına peşkeş çekilmemeli ve üretici mağdur ve perişan edilmemelidir.

Belirli bir kesim, para kazanmasını sağlayarak mutlu edilirken, toplumun büyük çoğunluğunu ve çekirdeğini oluşturan asıl unsur, sorunları ile baş başa bırakılarak kendi kaderine terk edilmemelidir.

Osmanlı Devleti de, asıl çekirdeğini oluşturan Türk Unsurunu bir kenara atarak unutmuş ve Ümmetçilik anlayışının, yerini milliyetçilik akımına bırakması ile yıkılıp gitmişti.

Jeotermalden çıkan kobalt ve kurşun gibi ağır metaller içeren suyun arıtılmadan ya da yeraltına re enjekte edilmeden, doğrudan Büyük Menderes nehrine verilmesinin ne gibi zararlı etkileri vardır ya da olabilir?

Büyük Menderes nehri ile Büyük Menderes Deltasında ve civarı sularda avlanan balıkları tüketen insanlara geçerek beyinlerine yerleşir ve ağı metal oldukları için vücuttan atılamaz, zeka geriliği gibi çeşitli hastalılara neden olur.

Kükürt içeren su ve buharın arıtılmadan doğrudan atmosfere salınmasının ne gibi zararlı etkileri vardır ya da olabilir?

Bilindiği gibi, kükürt buharı su buharı ile birleştiğinde, araç akülerinde kullandığımız sülfürik asit oluşur. Sülfürik asitin, çok şiddetli yakıcı etkisi vardır. Değdiği her organizmayı yakarak eritir, kurutur.

Hatta taş ve metalleri bile eritir.

Köşk İlçesi Eğrikavak köyüne, kestane hasadının nasıl yapıldığını görmeye gittiğimizde, ağaçların kuruduğunu gördük ve köylülere bunun nedenini, kurumayı önleyebilmek için il ve ilçe Tarım Müdürlüklerine haber verip vermediklerini sorduk. Kanser ya da bilinmeyen bir virüs nedeni ile kuruduğunu söylediklerini bildirdiler.

Kanser, insan ve hayvanlarda olduğu gibi, bitkilerde de kontrolsüz büyümelere ve gövde ve dallarda şekil bozukluklarına neden olur. Ancak, kestane ağaçlarında böyle bir durum yoktu. Kuruma, yüksek dallardan başlayarak, aşağıya, gövdeye doğru inerek tüm ağacın kurumasına neden oluyor.

Bu kurumanın nedeni, jeotermal su ve buharında bulunan kükürt dioksitin, su buharı ile birleşmesi sonucu oluşan sülfürik asitin, yükseklere yağış olarak inmesi ve su buharının yüksek kesimlerde sis olarak dolaşması ve bitkilerin kükürt içeren bu buhara maruz kalması olabileceği düşüncesindeyim.

Zira bundan 50 yıl kadar önce, Norveç, İsveç ve Finlandiya gibi İskandinav Ülkeleri ile, Almanya’nın kuzeyinde ormanların sülfürik asit yağmurları nedeniyle kuruduğunu ve sülfürik asit yağmurlarına neden olan kükürt buharının, bacalara takılan süzgeçler vasıtası ile süzülerek önlendiğini TÜBİTAK Bilim ve Teknik Dergisinde okumuştum.

Kükürt buharı, sadece kestane ağaçlarına değil; zeytin, incir ve narenciye ağaçlarına da çok büyük zararlar vermektedir. Jeotermal enerji kaynakları işletmeye açılmadan önce, incir daha nitelikli ve lezzetli idi. Şimdi, incirlerin alt kısımlarının çatlayarak açıldığını görüyoruz. Çatlayan ve açılan yerlerden hava almakta ve havadaki, oksijen incirin yanarak ekşimesine, küflenmesine ve lezzetinin bozulmasına neden olmaktadır. Çatlamanın en büyük ve önemli nedeninin, havadaki, kükürtün, incir, zeytin ve narenciye meyvelerinin kabuklarının sertleşmesine, sertleşme nedeniyle de, büyüyen meyve ile beraber büyüyememesine ve çatlamasına neden olduğunu düşünüyorum.

Zeytin ve incirin yetişmediği, 700 metreden yüksek dağ köylerinde yaşayanların geçimlerine katkı sağlayan kestane ağaçlarının kurumasına neden olmaktadır.

Aydın ve çevresinde yetiştirilen ürünleri, işlenmeden tüketilen ürünler ve işlendikten sonra tüketilen ürünler olarak ikiye ayırabiliriz. Domates, biber, patlıcan, pırasa, enginar vb. sebzelerle, portakal, mandalina, elma, çilek vb. meyveleri hiçbir işleme tabi tutmadan tüketebildiğimiz gibi, bazı işlemlerden geçirdikten sonra da tüketebiliriz. Bu ürünler yarı sanayi ürünleri diyebiliriz.

Ancak, pamuk ve tütün gibi ürünleri, bir işleme tabi tutmadan tüketemeyiz. Pamuğu iplik, ipliği kumaş ve giyecek haline getirmeden kullanamayız. Bu ürünlere sanayi ürünleri olarak sınıflandırırız.

Zeytin ve zeytinyağı üretiminin yanı sıra, Aydın’ın en önemli, öteki tarımsal ürünleri de pamuk, tütün, incir ve kestanedir. Bunların yanı sıra, domates, patlıcan, biber, enginar gibi sebzelerle; portakal ve mandalina, çilek, erik, nar, karpuz gibi meyveler de Aydın’ın yetiştirdiği tarımsal ürünlerdir.

Ancak, Aydın köylüsünün ve çiftçisinin ana ve temel geçim kaynağını oluşturan bu ürünlerin yetiştirildiği tarım alanları çeşitli nedenlerden dolayı her geçen gün azalmakta ve daralmaktır. Aydın’da tarım alanlarının daralmasının ve giderek ortadan kalkmasının en belli başlı nedenleri olarak; sahip olduğu iklim koşulları, iklim koşullarına bağlı olarak yetiştirilen ürün çeşitliliği, bolluğu ve ucuzluğu ile turizm merkezlerine yakın olması nedeniyle, çok göç alması sayılabilir.

Aldığı göç, Aydın’ın nüfusunun ve konut ihtiyacının hızla artmasına neden olmaktadır. Artan konut ihtiyacını karşılayabilmek için de, 1’nci sınıf tarım arazileri, imara açılarak, bir daha geri kazanılamayacak şekilde, gelecek kuşaklar düşünülmeden elden çıkarılmaktadır.

1881 yılından beri, Aydın’da belediye olmasına rağmen belediyecilik asla olmamıştır ve bugün de ne yazık ki, yoktur. Belediyeler, bu verimli 1’nci sınıf tarım arazilerinin imara açılmasına neden engel olmadılar ve olmamaktadırlar?

Değerli tarım arazilerinin imara açılmasına karşı çıkması ve tarım arazilerini koruması gereken Devlet Kurumları, Tarım ve Orman Bakanlığı, Belediyeler ve Üniversitelerin Ziraat Fakülteleridir. Bu kurum ve kuruluşların, birbirleri ile koordineli olarak işbirliği ve iletişim içerisinde hareket ederek tarım arazilerini koruyucu, tarımsal ve tarıma dayalı sanayi üretimini, ürünlerin nitelik ve verimini artırıcı projeler geliştirmeleri gerekirken, bu kurum ve kuruluşlar bu konuda hiçbir iş yapmadan sadece olup bitenleri sanki kendilerinin görevleri değilmiş gibi, birbirlerinden kopuk ve habersiz, işbirliğinden uzak, sadece izlemekle yetinmekte ve kendilerine bu konuda düşen görevleri yerine getirememektedirler.

Özellikle, ziraat ve veterinerlik fakültelerinin, bu konularda öncü ve lokomotif görevler üstlenmeleri ve köylere, çiftliklere kadar giderek, çiftçilere, üreticilere seminerler ve konferanslar vererek bilgilendirmeleri gerekir.

Ziraat ve veterinerlik fakülteleri, onca masraflar edilerek yetiştirdikleri ziraat mühendislerinin ve veterinerlerin, yetiştirildikleri dallarda istihdam edilmelerini sağlamaları gerekir.

Yazımın gelecek bölümünde, Aydın’da, tarımsal sanayi ürünleri üretimi ile bu ürünleri işleyecek tesislerin kurulmasının önem ve gerekliliğini daha genmiş kapsamlı olarak yazmak istiyorum.

Saygılarımla.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum