İyi de ağam, biz bu dışkıyı niye yedik!

Malumunuz kökleri feodalizme dayanan bir sistemden geliyoruz ve bir türlü muassır medeniyet seviyesine ulaşamadık.

Hikaye bu ya;

Feodal düzende bir köyde köyün ağası ve ayrıca ağanın emrinde çalışan, hizmetlerini ağadan esirgemeyen marabalar varmış. Ağanın koyun keçi ve inek sürülerini ayrı ayrı maraba çobanlar otlatırmış.

Günlerden bir gün ağa omzuna tüfeğini alıp, atını tımarlayıp binerek kırlara koyun sürüsünü takip ederek avlanmaya ve gezmeye çıkmış.

Koyun sürüsü kırlarda otlar iken ağa gelmiş hem sürüye şöyle bir bakmış, koyunların ot yiyişlerine bakmış hem de marabası çobanla, onun hafife alarak aklı sıra onunla alay ediyormuş.

Atının üstünde yüksekten sürüye ve çobana bakarken, yerde daha yeni olduğu üzerindeki tüten dumandan, çıkan buhardan anlaşılan inek dışkısını görmüş.

Çobana hitaben ve onu rencide etmek maksadıyla; "Bak yerdeki inek pisliğini yersen sen ağa olacaksın ben de senin kulun maraban olacağım" demiş. Bu teklifi duyan çoban önce biraz tereddüt edip bir ağa olmak özlemi ve tamahı ile yere uzanmış köpeğin yal yaladığı gibi tüm dışkıyı bir güzel temizlemiş.

Çobanın bu işi yapacağını düşünemeyen ağa mecbur kalıp attan aşağıya inmiş omzundaki tüfeği çobana teslim etmiş ve onu kendi elleri ile ata bindirmiş. Artık Ağa maraba, çoban da ağa olmuş. Akşama kadar bu şekilde koyunları otlatmışlar.

Akşam üzeri sürüyü köye getirirlerken Atın üstündeki yeni ağa yerde yine taze, oldukça da hacimli, buharı üzerinde tüten inek pisliği görmüş, sabahleyin kendi yediği için bu kez o yeni marabayı alaya alarak, "Bak bu dışkı çok taze, bunu yersen ağalığı sana geri veririm" diye aslında hiç ihtimal vermediği bir sonuç için onu sınamıştır. Bu teklifi duyan ağa hiç tereddütsüz yere uzanarak bir solukta yerdeki dışkıyı yiyerek tekrar silahı omzuna asmış ve atın üzerine atlamış. Yani sabah köyden nasıl çıktıysalar yine aynı şekil ve statüyle dönüş yapmışlar.

Tam köye vardıklarında maraba ağasına dönerek; "Ağam sabahleyin köyden kırlara doğru çıktığımızda ben marabaydım siz de ağaydınız. Şimdi geri döndük ben yine maraba siz de yine ağasınız. 'İyi de Ağam, Biz bu haltı niye yedik?' " diye sormadan edememiştir.

O hesap, ülkede yaşadığımız, çok garip ve enteresan bir süreç ile karşı karşıyayız.

Bilindiği üzere, 15 Ağustos 1984 tarihinde Abdullah Öcalan'ın emir ve talimatıyla Siirt'in Eruh ve Hakkâri'nin Şemdinli ilçelerine ilk saldırılarını yapan PKK ile 41yıldır bu ülke mücadele ediyor. Bir nevi savaş ekonomisi uygulanıyor.

Zamanın başbakanı Turgut Özal bu ilk olay, PKK eylemine Marmaris teki Okluk Koy’da şort ile askeri denetim yaparken, hafife alıp küçümseyip; "üç beş çapulcunun ayaklanması" ve "üç buçuk eşkıya" olarak değerlendirdiği terörün kökünün dışarıda olduğunu belirtmiştir.

Türk siyasetinin ve siyasal ikliminin ortasında, 41 yıldır öyle ya da böyle zaman zaman durağanlaşan ve zaman zaman da saldırıların arttığı terör eylemleri var. "Apo'nun kellesi", "Asılıp asılmayacağı", "PKK ile olan görüşmeler", "Ona duyulan yakınlık ve sempati" ya da "PKK'nın karşısında olup onu düşman olarak görmek ve onunla tavizsiz savaşmak anlayışı" bu güne kadar türk siyasetini icra eden muhteremlerin kullandıkları temel enstürmanlardandı.

Apo ve PKK konusunda verilen siyasal demeçlerle kimi partiler oyları arttı kimilerinin de oyları düştü...

Neler mi oldu bu 41 yıllık süreçte, neler olmadı ki, akımıza geliverenler; 1999 yılında Kenya'da paketlenen Abdullah Öcalan Türk Yargısına teslim edilirken Türk Siyasetinin solunda gözüken Sol milliyetçi (bana göre hiç de solcu olmayan) DSP ile Sağ’da kuruluşundan bu yana Milliyetçi gözüken MHP oylarındaki olağanüstü artış ile 1999 seçimleri neticesi koalisyon ile de olsa iktidara geldiler.

Türk Mevzuatı, o günkü meri ceza kanununda mevcut olan 'İdam Cezası"nın tereddütsüz Öcalan'a uygulanması kaçınılmaz iken ve her kesimin beklentisi bu yöndeyken Türkiye'deki iki milliyetçi partinin çoğunluk oyları ile İdam Cezası kaldırıldı. Kimilerine göre bu bir devrimdi. Bir sonraki seçimlerde yani 2002 deki 3 Kasım seçimlerinde ise bu iki büyük parti ekonomideki hataları ve Öcalan’ı asmadıkları için baraj altı kaldıkları için meclise giremediler.

Sonradan olup bitenlere ise şaşırmamak elde değil. Çok değil on yıl öncesi anımsadığım kadarıyla Erzurum'da miting meydanlarında urgan fırlatıp “Apo’yu asacak ipiniz yoksa, al biz verelim” diyen Sayın Bahçeli ne oldu da 22 Ekim 2024 de Meclis Kürsüsünden ters köşe doksana takarcasına “Teröristbaşı işin içinde olmazsa bir şey çıkmaz diyenlere de sesleniyorum; Şayet terrorist başının tecridi kaldırılırsa gelsin, TBMM’de DEM Parti grup toplantısında konuşsun, terörün tamamen bittiği, örgütün lağvedildiğini haykırsın,” diyebildi?

Daha iki yıl önce yapılan seçimlerde “Kılıçdaroğlu’nu Kandil destekliyor”, diye sahte video yayınlayanlar. “Belediyeleri Millet ittifakı alırsa PKK’liler su sayaçlarınızı okuyacak” diye iftira atanlar, şimdi de "Kandil’den gelen bildiriyi" sevinçle karşılıyorlar.

Gerek terör örgütü, gerekse etnik milliyetçi ve yine siyasal islamcı anlayışın, yani üçünün de patronu aynıdır, yani ABD'dir.

Siyasal İslam, ABD’nin Türkiye’de kurdurduğu kontrgerillanın desteğiyle palazlandı. Komünizm tehlikesine karşı siyasal İslamcıları Komünizmle Mücadele Dernekleri’nde, komando kamplarında eğitilen ülkücü gençliği de Esir Türkleri Kurtarma Ordusu (ETKO), Türk İntikam Tugayı (TİT), Türk Yıldırım Komandoları adı altında örgütleyerek sol hareketi ve işçi eylemlerini durdurmada kullanmadı mı?

Sosyalist olarak kurulduğu iddia edilen PKK’nin ilişkileri de hiç anlaşılır gibi değil, hayli karmaşık. Türkiye dışında Suriye, ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, İran ve Yunanistan’la kurduğu ilişkiler de ortada. BOP la birlikte tamamen ABD’nin kontrolüne geçtiği de bilinen bir gerçektir.

Bu arada kendi iradesi dışında, başkalarının güdümü ile hareket edenlerin aldıkları talimatın gereği olarak o istikamette hareket edeceği de ayrı bir gerçektir.

Endişem odur ki; Ortadoğu çoğrafyasında ABD'nin yürürlüğe koyduğu BOP kapsamında Irak'ta, Libya'da, Suriye'de, Filistin'de yaptığı, sözde demokrasi getirme amacına yönelik uygulamalarının devamında İran ve Ülkemizi de gözüne kestirip yapmak istediklerinin alt yapısı ile igisi yoktur olup bu bitenlerin, umarım.

Son olarak söylemek istediğim Atatürk'ten sonra bu ülkeye gelen politikacılar Atatürk'ün yerini tutamayacak kadar öngörüsüz, vizyonsuzdurlar. Çoğunluğu ülke ve millet çıkarları yerine, siyasal ikbal peşindedir.

Hal böyle olunca, insanın aklına gelmiyor değil, 41 yıldır bu ülkede Savaş Ekonomisi uygulanıyor. Bu süreçte kaybedilen canlarımız bir yana, ülkenin ekonomik kayıpları hesaplamak bile oldukça karmaşıktır. Kifayetsiz politikacıların uyguladığı yanlış ve eksik politikaların semeresi bize yansıtıldı ve faturasını yıllarca millet olarak biz ödedik.

Madem bu iş öylesine kolaydı ve kürsüde söylenecek bir demece bakıyordu ise 41 yıldır biz bunları niye yaşadık? Kaybettiğimiz askerlerimiz, canlarımız geri gelmeyecek ve yapılan iktisadi harcamaların da telafisi yok.

O halde, yukarıda anlattığım hikaye misali, 41 yıldır biz bu haltı niye yedik?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum